7 Ağustos 2013 Çarşamba

Çer-Çöp

Umarsızca yazmıyorum uzun zamandır blogda, 
Sıcak günler değil seni benden uzakta tutan, 
Hayır, değil Gezi olayları, Ergenekon davası, Süveyş Kanalı 
Klavyem bozuk, ağlama. 

Bilgisayarda bir şeyler yazmayalı aylar oldu. Klavyem maalesef bir türlü rahat bırakmadı beni. Artık oksitlenmiş mi desem, virüslenmiş desem bilmiyorum, zira anlamıyorum bu meretin dilinden. Baktım bu günlerde klavye biraz iyi, yazayim bari birikenleri dedim. Akla geldiği gibi, karmakarışık bir metin olacak, metin olun okurken. 

Malumunuz Gezi olayları tüm ülkeyi baştan sona, alttan üste çalkaladı durdu bir müddet. Hala da hortlağı dolaşıyor iktidarın üzerinde. Dolaşsın efendim, politikacıların üzerinde dolaşan halk korkusu önemlidir, gereklidir. Türkiye'de bu korku, cumhuriyetin kurulduğu tarihten itibaren kendisini çok fazla hissettiremedi. Ne zaman halk, iktidar ögeleri karşısında güçlü bir pozisyon elde etti, o zaman devreye ordu girdi, halkın sesi kısıldı ve hatta kesildi. Ne zaman ülkeyi halk yönetecek olsa, halkın kafasına vuruldu, halk sürgün edildi, işkence gördü. Otuz yıldır uykuya daldırılan halk, bir anda değil, yıllar süren birikimin sonucunda tekrar uyandı. Tabii ki bu uyanış, tam anlamıyla bir diriliş olmayacaktı ve olmadı da. Bu sadece başlangıç. Halk sokağa çıkmayı öğrendi, halk, farklılıklarını bir kenara bırakarak bir araya gelebileceğinin farkına vardı. Bu adım oldukça küçük bir adım olarak görülebilir, lakin, ilk defa adım atan bir bebek için ilk adım ne kadar büyük bir olaysa Türkiye halkları için de bu adım o kadar önemlidir. Yürümenin, koşmanın gerçekleşeceği artık aşikardır. Sadece zamanı belli değil. 

Gezi olaylarına ikinci günden itibaren katılmaya başladım. Benim katıldığım dönemde parkın içerisinde yaklaşık 500 kişi vardı. Hatta ilk zamanlarda sayıyı oldukça yadırgamış, tüm sanatçılara, yazarlara, vekillere rağmen bu kadar az kişinin toplanmış olmasına hayret etmiştim. Lakin aynı günün akşamında binlere ulaşan sayı, sonraki gün on binlere, yüz binlere ulaştı. Birilerinin üç ağaç için bu kadar yaygara kopuyor zannettiği mesele kapitalist düzenle girişilmiş üç ağaç pazarlığı hiç değildi. Bugüne kadar binlerce ağaç kesildi, bir çok park ona buna peşkeş çekildi. Kimilerinin zannettiği gibi mesele, barışçıl bir şekilde direnen insanlara karşı polisin gösterdiği sert reaksiyon da değildi. Zira, bugüne kadar toplanan on-on beş kişinin olduğu her yerde polis sert müdahalelerde bulunmuştu. Gezi olayları, Ak Partili olmayanların, RTE'ye karşı var olan sabır bardaklarının taştığı son damlaydı. Yaşam biçimine müdahaleden bilimin aşağılanmasına, dini kararlardan kadınların konumuna, ABD yalakalığından cihadist örgütlere destekçiliğe kadar pek çok konuda her şeyi bilen Tayyip'e karşı kin kusma hali, öfkeyi somutlaştırma durumuydu. Tüm samimiyetimle söylüyorum; görüp görebileceğim en şiddetle arasına mesafe koyan, en mozaik yapıyı barındıran, en kitlesel eylemlerdi. Gezi'nin tadı damakta kaldı, okulların açılması, liglerin başlamasıyla mücadeleye devam edilmesi hoş bir temenni. 

Ergenekon kararlarına değinmeden de geçmek olmaz. Ergenekon'u, ceza alanlar cezalarını hak ettiler ya da hak etmediler ikileminde değil de, dava usule uygun işledi ya da işlemedi ikileminde incelemek lazım. Şayet ben hukukçu olmayan birey olarak davanın gidişatından, işleniş tarzından, tutukluk sürelerinden son derece rahatsızım. Ortada bir usulsüzlük olduğuna inanıyor, darbecilikle uzaktan yakında ilgisi olamayacak insanların darbeyle ilişkilendirilmesini hayretle karşılıyorum. Elbet aldığı cezayı hak etmiş olanlar vardır, ancak bu davanın işleyiş tarzında yapılan hukuksuzlukları örtmek için bahane olarak ileri sürülemezler. Ortada darbeyle mücadele değil, Ak Parti'ye darbe girişimiyle mücadele vardır. Ve bu mücadelenin içerisine, darbeyle alakası olmayan insanlar da tıkıştırılmıştır. Ak Parti için 17bin faili meçhulun faillerini araştıracak bir komisyonun önemi yoktur, Cumartesi Anneleri boş yere nefesini tüketiyordur, Erdal Erenler laf olsun diye asılmış, İbrahim Kaypakkayalara hak ettiği için işkence görmüştür. Ak Parti zihniyetinin, cunta hükümetlerinden farkı yoktur. Darbeyle hesaplaşmak gibi bir dertleri hiç yoktur, zira, bizzat kendileri darbe sonrası siyasi figür ürünleridir. Darbeden karlı çıkan merkez sağın içerisinden gelirler, darbeye ve darbecilere minnet borçları vardır. Ergenekonla ceza alanların cezalarına da bu sebeple sevinmek anlamsızdır. Zira Ak Parti mahkemeleri bu insanların daha önce işlemiş oldukları, cinayetler, insan kaçırmalar, işkenceler dolayısıyla yargılamamıştır; aK Parti'ye karşı giriştikleri anti-demokratik mücadele dolayısıyla yargılamıştır. İki anti-demokratik tarafın mücadelesinde, demokratların sevinecekleri bir galibin çıkması mümkün değildir. 

Yarın Ramazan Bayramı. İslami bir bayram. Lakin, Türkiye'de İslamiyet'e dair bir şey kaldığına inanmıyorum. Ramazan ayı boyunca günde 16 saat aç duran insanlara tanık olduk. Peki bu insanların kaçı Irak'a, Filistin'e, Suriye'ye, Somali'ye, Nijer'e, Mali'ye gittiler? İslamiyet öyle bir hal aldı ki; açlıktan ölen insanların olduğu dünyada elini taşın altına koymayan insanlar, 16 saat aç kalarak sevap kazandıklarını zannedebiliyorlar. Enteresan bir eblehlik. Garip bir toplumsal psikolojik travma hali. Oruç tutarak açın halinden anlayacağını zanneden insanların iftarda yedikleri lahmacun esnasında dahi dünyada birilerinin açlıktan öldüğü gerçeği, tek başına müslümanlığı yerle bir edecek kadar kuvvetli bir ironi. Beyin bedava olduğu gibi, ahmaklık da bedava. 

Hemen yanı başımızda mühim bir savaş devam ediyor. Suriye'de her gün, artık kimin tarafında olduğu belli olmayan insanlar, kimin tarafında olduğu belli olmayan insanları öldürüyorlar. Böyle bir ortamda da biz, hiçbir şey yokmuş gibi adına bayram dediğimiz birkaç günü gülüp oynayarak geçireceğiz. Öyle bir bayram ki, ona bir de islami kimlik vereceğiz. Komşunuz açken tok yatan bizden değildir diyen bir dinin mensupları yarın, komşumuz ölürken zil takıp oynayacaklar. Varın, İslam'ın neresinde durduğumuza siz karar verin.