30 Ocak 2013 Çarşamba

Sosyalistin Üslup Sorunu Üzerine

Sosyalistlerin genel olarak üslubunda ya da üsluptan çok tavrında üstenci(hiyerarşik kültürel duruş) eğilimin var olduğu doğrudur. Sormaktan çok, bildiğimizi göstermeyi, "acaba" demekten çok, "gerçekte" demeyi, öğrenebileceğimizden çok öğretebileceğimizi varsaymayı seviyoruz. Hatalara ya da hata olarak kabul ettiklerimize içtenlikle değil, bir kaplanın ceylana yaklaştığı gibi yaklaşıyor, yapılan hatadan adeta zevk alıyor, hatayı düzeltme işinde alaycı, karşısındakini küçük gören, hata yapana omuz vermek yerine onun omuzlarına basarak kendimizi övme yoluna gittiğimiz, başkasının hatalarıyla egomuzu şişirerek kendimizi bok bellediğimiz bir garip, ne idüğü belirsiz tavrı göstermeyi uygun buluyoruz. Dostça, yoldaşça, arkadaşça muhabbet edip tartışmak yerine; "sosyalist sivri dillidir, lafını esirgemez, insanlar kırılacak diye gerçekleri söylemekten vazgeçmez" gibi mevzuyla alakası olmayan söylemlere angaje oluyor, ötekileştirerek berikileşiyoruz. Sıkıntılı varlıklarız biz, fazlasıyla. Halkçı olduğumuzu iddia ederken arkamızda olmayan kitlelerin nedenini daima ikinci, üçüncü kişi ve kurumlara bağlıyor, üslubumuzdaki kibri; bilgiyi ve aklı kullanırken edindiğimiz "yok sayıcı", "aşağılayıcı" tavrı görmezlikten geliyoruz. Eylemde, açıklamada, toplantıda, davada vatandaşların büyük çoğunluğunun gözlerindeki öfkeli bakışı değil, bir kaçının alkışını görüyor, bundan gururla bahsediyoruz. Halkın öfkesini cehaletine yoruyor, ama her ne hikmetse halkın içerisinde yer almaktan da imtina ederek, obskürant tavrı uygun buluyoruz. Okuduğumuz üç-beş kitabın, tartıştığımız bir-iki meselenin, yazdığımız makalemsi metinlerin bizi cehaletten çok uzaklaştırmış olduğunu zannediyor, "aşmış" aklımızın ışığını halka yaymak yerine, kişisel mevki-makam uğraşlarımız için debelenip durmayı, yirmi beş, bilemedin otuzumuzdan sonra marifet sayıyoruz. Araştırmacı-yazar, öğretim görevlisi-üyesi olmayı hedefliyor, olmadı bir dergide-gazetede köşe kapmaya, sayısı yüzleri bulmuş, parti-dernek-örgüt yelpazesinde yönetim kadrosu içerisinde yer almaya çabalar oluyoruz. Hiç birinin "para" etmediği yerde, sol siyasi kimliğin getirdiği eş-dost ilişkisinden faydalanarak belediyeye "iş yapmayacak solcu" kontenjanından girmeyi "boynumuz bükük" bir şekilde kabul ediyoruz.

Halk bizi sevmiyor, sevmediği gibi istemiyor da. Yani sevmeme hali kıskançlığın getirdiği bir durum değil, iğrenmenin, nefret etmenin getirdiği bir durum. Bunun nedenlerini kendimizde aramak yerine, sağa sola saldırmaya ve hatta sallamaya devam ettiğimiz sürece de, değişen bir şeylerin yakın bir zamanda olması pek mümkün görünmüyor.


23 Ocak 2013 Çarşamba

Kandil Üzerine Kısa Bir Not

İslamiyet'e kandil, yaklaşık olarak "hicri" 3. asırda sokulmuş olup, Osmanlı zamanında bu topraklarda resmileştirilerek kutlanmaya başlanması ise 16. yüzyılı bulmuştur. İsmini aldığı "kandil" bildiğimiz ışık saçan alet edevatın ismidir. Kandil günlerinde camilerde yakılan kandillerden ismini alır. 

Kültürel bir durum olan geleneksel kandil kutlamaları, her ne hikmetse İslam'a yamanmış, sanki İslam'danmışçasına yutturulmaya çalışılır hale gelmiştir. Hatta bu mesele insanı öyle etkileyen bir noktaya getirilmiştir ki; kandil günlerinde hal hatır sormayan eş dost kınanmış, dinsizlikle isnat edilir hale gelmiştir. 

Ne Kuran, ne de hadisler, kandillerle alakalı bir kutlamadan söz etmezler. Kuran'da Kadir gecesi geçerken, hadislerde de Beraat'den bahsedilir. Ancak bir kutlamadan, bir ritüelden, bir ayinvari eylemlilikten söz edilmez. Kadir gecesi bir kez yaşanmıştır, her sene tekrarlandığını zannetmek gaflete düşmektir. 

Kandillerimizden ne istiyorsunuz? ne güzel dua ediyoruz, ibadet ediyoruz diyen insanların duadan sonra hiçbir  icraatlerinin görünmüyor olması, kandil ve türevi, dini ritüelleştiren, yaşamın içerisinden çıkaran, namazı bir spor, orucu diyet, haccı turistik gezi, zekatı elinin kiri, kurbanı karın doyurmak haline getiren meselelerin, dindarlar ve dolayısıyla da tüm dünya halkları için ne kadar tehlikeli olduğunu bize gösterir. Kandil gibi kavramlar; İslam'ı yaşam alanlarından çıkaran, duvarlar ardına hapseden, insanı üç günah beş sevap hesabına sevkederek muhasebecileştiren, mücadeleyi İslam'dan çıkarıp, yerine itaati, susmayı, şükretmeyi koyan, kısacası muktedirin iktidarını sağlamlaştırırken, mazlumu çaresizleştiren, çaresizleştirdiği mazlumu da afyonlayan kavramlardır. 

İslam bireyleri uyutarak mutlu etmeyi değil, uyandırarak mutlu etmeyi vaat etmiştir. Uyuklamak isteyenler, "cahiliye" devri ritüellerini takip etmeye devam edebilirler.