18 Eylül 2013 Çarşamba

Hadi Bugün De Salih Memecan'ı Asalım!

Salih Memecan'ın karikatürünün büyük tepki toplaması olağan bir durum. Karikatür çirkin, saygısız, alçakça. Lakin meseleyi abartıp Salih'in karikatürünün yasaklanmasını, hatta, Salih'in karikatüristliğinin dahi yasaklanmasını savunan geniş bir kitle var. Salih'in "ölüye dahi saygı duymadığı"nı bu yasakçı zihniyetlerine "bahane" olarak kullanıyorlar. Ortada tutarsız olduğu tartışılmaz bir gerçeklik olan pek çok nokta var. Öncelikle her hassasiyetinin örselenmesinin karşısına yasakçı zihniyetin ürünü argümanlarla çıkan bu geniş kitlenin aynı zamanda kendisini özgürlükçü-demokrat olarak tanımladığını hatırlamamız gerekiyor. Bu özgürlükçü-demokrat kitlenin her fırsatta yasakları savunmasının komik tarafı bir yana; Salih'i eleştiren güruhun büyük bir çoğunluğunun kendi hassasiyetleri dışında kalan meselelere karşı Salih tavrını gösteriyor olması gerçeğini hangi yana koyabiliriz? 

Salih'i "ölüye ve ölümlere saygısının olmamasıyla" suçlayanların büyük çoğunluğunun PKK cenazeleri karşısındaki tavrı aşikar değil midir? Kendi ölülerine şehit, PKK ölülerine leş diyenlerden değil misiniz? Gebertin köpekleri, yakın domuzları diyerek savaş tamtamlarını siz çalmıyor musunuz? Gerilla mezarlıklarını tahrip edin, naaşlarını parçalanıncaya kadar sürükleyin, kalan parçalarının üzerine işeyin diyen ve yahut bunları duyup, görüp, bilip umursamayan da siz değil misiniz? Ölüler ve ölümler sadece bizim katıldığımız ya da tahammül gösterebileceğimiz organizasyonlardan, etnik kökenden, mezhepten, örgütten, partiden çıktığı zaman mı saygısızlığın karşısında konumlanmak gerekir? Ölüme ve ölenlere saygısızlığın karşısında konumlandığını iddia ederek ölüme ve ölümlere saygısızlık yaptığını iddia ettiği kişilere parmağını hiddetle sallayabilmek için tüm ölüm ve ölülere karşı saygısızlığın karşısında bir tavır sergilemiş olmamız gerekmez mi? 

Ölüye duyulan "saygının" nedenini bir kenara bırakıp Salih'e yönelen toplumsal lincin anti-demokrat yapısına bakalım. Her birey, yaşadığı toplumun da etkisiyle kendince bir güzel-çirkin ayrımı oluşturur. Kendi güzelliklerini yaşamaya, çirkinliklerinden de çoklukla uzaklaşmaya çalışır. Tabii ki güzel olanı ölen canlının arkasından yas tutanlara saygısızlık boyutuna varacak davranışlardan kaçınmaktır. Ancak güzel olanı bu diye bunun yapılmasını zorunluluk olarak görmek abesle iştigal etmektir. Sadece kendi hayatınızdan yola çıkarak, sadece kendi hayatınızda "güzel" olmadığı halde yaptıklarınızı düşünerek dahi bunu istemeye hakkınız olmadığını anlayabilirsiniz. Bir şeyi yapmak yapmamaktan ya da yapmamak yapmaktan daha güzel olabilir, nitekim, ayıla bayıla çirkini tercih etmek otoriteryanist olmayan rejimler için bireyciliğin temel haklarındandır. Aksi durumu savunmak, toplumu kendi hassasiyetlerimize göre düzenleme işidir, toplum mühendisliğidir. Stalin, Mao, Hitler, Mussolini, Franco gibi "benim gülün dediğime gülecek, ağlayın dediğime ağlayacaksınız" diyen liderlere kızıp, halk üzerinde bu liderler gibi kendi güzel anlayışının hegemonyasının kurulması gerektiğini söylemek tutarsız bir tavırdır, laf-ı güzaftır. 

Muhammed ile dalga geçen karikatürleri özgürlük çerçevesinde değerlendirip, Gezi'de hayatını kaybedenlerle dalga geçen karikatürlerin sonrasında "ölüye saygı" bahanesiyle insanları hedef göstermek izansızlıktır, kendini bilmezliktir. Nasıl ki Muhammed mizahın içerisinde yerini alabiliyorsa, Gezi'de hayatını kaybedenler de mizahın içerisinde kendisine yer bulacak, hayatını kaybeden insanların fikirsel ve eylemsel olarak karşısında olan insanların alay konusu olacaklardır. Bunu çirkin bulabiliriz, bunu aşağılıkça bulabiliriz. Biz çirkin buluyoruz, biz aşağılıkça buluyoruz diye, hatta çizerin kendisi çirkin buluyor olsa dahi çirkini ortaya çıkartanı hedef gösteremez, toplumsal lincin parçası haline getiremez, baskıyla-korkuyla yapmak istediklerinden vazgeçiremeyiz. Bireyi birey yapan toplumlardır. Kimi toplumlardan Carlos Latuff'lar çıkar, kimilerinden de Salih Memecan'lar. Salih Memecan'a piyasadan nasıl el etek çektiririz diye uğraşacağımıza, neden aramızdan bir Salih Memecan çıktığını sorgulamamız, Salih Memecan'ı üreten dinamiklerimize bakıp, yaptığımız yanlışları ve yahut yapmadığımız doğruları gözden geçirmemiz, çuvaldızı direkt olarak kendimize batırmamız gerekir. Her gün başkalarının ölüleriyle ve ölmüşleriyle dalga geçerek geçirdiğimiz, Yunan'ı denize dökmekle, Ermeni'yi kesmekle, Alevi'yi yakmakla, Kürt'ü bombalamakla övündüğümüz toplumsal aklımızdan karikatürist olarak Salih Memecan'ın çıkmış olmasını yadırgamamalıyız. 


12 Eylül 2013 Perşembe

Yatak Altı Düşleri (Şiirsel Atraksiyonlar)

Çok sonraları sevdiğimi farkettim
divanı, üç bacaklı sandalyeyi, yırtık koltuğumuzu
boynunu bükmüş bir akasyamız vardı
yeşile çalan duvarlarımız.
Çok sonraları sevdiğimi farkettim
yalnızlığımı, yalnızlığını, kimsesizliğimizi
boynumuzu bükmüş uzanırdık yatağımıza
mora çalardı bakışlarımız.
Çok sonraları sevdiğimi farkettim
sensizliğimi, bensizliğimi, hiçliğimi
boynumu bükmüş uzanırken yatağıma
toprağa çaldı bedenim.

Çok sonraları farkettim; sevdiğimi.

Tepenin Ardı (Şiirsel Atraksiyonlar)

Hiçbir şey yok ortada
Ne biz, ne de sen
Umutlarımın maviliği
Yağıyor düşlerime
Bir yabancı: Yatamayacak kadar
Bir dost: Çıplak

Hiçbir şey yok ortada
Ne aşk, ne de sevda
Yokluğunun kızıllığı
Dağlıyor örselenmişliklerimi
Bir yabancı: Tanımadığım kadar
Bir dost: Doyasıya öpüşen

Hiçbir şey yok ortada
Ne söz, ne de ilan
O gecenin sarılığı
Yalıyor yüzümü
Bir yabancı: Siktir git diyemeyecek kadar
Bir dost: Kalmamı isteyemeyen

Sadece an; ansızlığımı hapseden.