20 Eylül 2011 Salı

Bir Sarhoşun Notları-5

Sevgililerin çok büyük bir çoğunluğunun ilişkisi bitmek üzeredir. Muhtemelen oran %80'lerde filandır. O zaman niye insanlar hala sevgili olmaya devam ederler? Alışkanlık, önemli bir cevap. Hangi durumda hangi tepkileri vereceğini bildiğiniz biriyle takılmak, tamamiyle sürprizlerle dolu biriyle takılmaktan, en azından korkaklar için, daha iyidir. Bundan daha iyi ve daha doğru olan cevap ise sekstir. Tamamiyle tüm o toplumsal safsataları geçip sevişmeye başladığınız insandan ayrılmanız demek, muhtemelen uzunca bir süre cinsellik yaşamayacağınız anlamına gelir. Çünkü burası Türkiye. Çünkü burda ilk gün sevişen kadın orospudur Önce erkeği süründürmek gerekir. Burnunun sürtülmesi önemlidir. Baş ağrısı gereklidir. Her istenildiğinde meme verilmeyeceğini erkeğin anlaması gerekir. Ağlamayan bebeye meme verilmezin gerçeği; para harcamayan erkeğe bacaklar açılmazdır esasında.

Erkekleri sevmedğimi sık sık söylüyorum. Bunun sebebi kadın düşmanı olarak görülmemek felan değil. Gerçekten sevmiyor olmam. Tüm o sığ kadın muhabbetleri, futbol muhabbetleri o kadar itici ki, tahammül etmemin imkanı yok. Seks sever olmakla, abazan olmak arasında ince bir çizgi var. Bu çizgiyi kimin ihlal edip kimin etmediğini anlayabilen kadın sayısı o kadar az ki, insanın tüm nefretine rağmen erkeklerle beraber olası gelebiliyor.

Sık sık Radikal gazetesini okurum. Hemen hemen her gün. Son zamanlarda o kadar çok sıçıyorlar ki, önünü alamıyoruz. Hani daha fazla sıçamazlar dediğimiz noktada daha fazla sıçmayı gerçekten başarıyorlar. Önce Cumhuriyet gazetesiymişçesine haberler yapmaya başladılar, sonra onu da aşıp Sözcü'leştiler. Akıl alır gibi değil. Farklı bir gazete olma şiarıyla yola çıkan Radikal'e geçmiş olsun. Radikalliği bile kullanılmak istenmeyen bir kavrama dönüştürdüler.

İslamcı bir insanım, bunu hiçbir zaman saklamadım. İslamcılığımı sakladığım gün, kendimi kaybettiğim gündür. Aynı zamanda da sosyalist bir insanım. Bu bileşimi anlayamayan insanlar var. Nasıl olur da dinsizlerin yanında yer alırsın diyenler; ya da nasıl olur da devleti kutsal sayanların, kadınları ikinci sınıf vatandaş olduğunu savunanların yanında olursun diyenler. İki farklı düşünceyi savunduğunu zanneden grupta birbirini tanıdığına o kadar emin ki, biribirini tanımaya çalışmaktan vazgeçmiş. Halbuki ne sosyalistler islam hakkında ne de islamcılar sosyalizm hakkında bir bok bilir. Bilen belki bir kaç kişi vardır, onlar da meclisten dışarıdır.

Sık sık söylüyorum, tamamiyle mantıksız yazdığımı düşünen varsa, sonuna kadar tartışmaya hazırım. Her hangi bir konuda her hangi bir zamanda. Ataması yapılmayan büyük bir öğretmen kadrosu var. Geçen sene ben de ataması yapılmayan öğretmenler için imza toplayanlara ziyarette bulunmuştum. Var olan KPSS sistemine tamamiyle karşıyım. Ancak geçenlerde AYÖP'ün (Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu) yapmış olduğu eylemde bir öğretmenin yapmış olduğu  yorum, beni son derece rahatsız etti. Yorum üç aşağı beş yukarı şöyle; "ey erdoğan, libya'ya yardım edeceğine, bizim atamamızı yap." Ulan koskaca öğretmen olmuşsun, hala ırk, millet, devlet ayrımı yapıyorsun; derler insana. Bu ülke Libya'ya, Somali'ye, Filistin'e yardım gönderdiği için, içteki sorunlarını halledemiyor değil. Bu ülke içteki sorunlarını siklemediği için içteki sorunlarını halledemiyor. Bunu anlayın artık.

İnsanlığı fazlasıyla seviyorum, ancak insanları sevmiyorum. Ota boka, her türlü mevzuya yalan söyleyip, bahaneler üretiyorlar. Ay işte canım şarjım bitti, bebeğim bizimkiler Suriye'ye gitti, ben de onlarla gitmek zorundaydım... Gerçekten bu şekilde yaşayan insanlar var. Hem de bu insanlar azınlık değil, çoğunluk. Sikişirken orgazm taklidi yapanlar, bilerek PES'te kaybedenler, sevmediği halde, medeni olmak adına karşılaştığı eski arkadaşına güleryüz gösterenler. Yapmayın, lütfen yapmayın. Ne zaman, kime karşı, neyi nasıl hissediyorsanız onu söyleyin, ona göre davranın. Bakın, hayat daha güzel olacak.

Lise yıllarımda erkeklerle bir şeyler yaşamışımdır, daha önce de yaşamışımdır. Bunu itiraf edebilecek insan sayısı o kadar az ki. Halbuki yapılmış araştırmalar, tutulmuş istatistikler var. İnsanların %75'i ilk cinsel deneyimlerini hem cinsleriyle yaşıyor. Öpüşme olur, sürtüşme olur, başka bir şey olur. Var olan bu. Saklamaya gerek yok.

Günlük-1

Son zamanlarda günlük tutmaya çalışıyorum. Neden günlük tutmaya çalıştığımı düşündüğüm zaman aklıma gelen tek şey; yazar olabilirsem eğer, beleşten bir kitap daha çıkartmak oluyor. Ancak günlük tutmanın bana göre olmadığının farkına varmam çok uzun sürmedi, en azından düzenli bir günlük tutmak. Her günün sonunda, "sevgili" günlüğünü açıp bir şeyler karalayanlardan olamadım. Zaten her sabah okuluna gidenlerden, işine gidenlerden, her akşam uyuyanlardan, her gün yemek yiyenlerden de olamamışımdır hiçbir zaman. Uykum gelince uyur, yemek bulunca yer, arkadaşları görmek isteyince okula giderim. Hemen hemen herkes serseri ya da aylak olduğumu söyler, kaybolduğumu, tutunamadığımı söyler, kendi hayatlarından mutlu olurlardı. Bir kaybedeni izlediğini düşünmek, herkese kazandığını hissettirir. Kumarhanelerin her zaman kazanmasının sebeplerinden biri de budur.

Dünyadaki her şeyin bir zamanı, bir modası vardır. Hayvanların, bitkilerin, ayın, yıldızların, romantizmin, erotizmin, kılık kıyafetin, diş macununun , tuvalet kağıdının, güzelliğin, ahlakın, soyluluğun, ırkçılığın, yazmanın, sevişmenin, okumanın, sarışın kadınların, kaslı erkeklerin, don lastiğinin, insanın; özellikle insanın... Dünya evrenin en büyük kara deliği olmasa da, en çok çeşitliliği silip süpüren, yutan kara deliğidir hiç şüphesiz. Bir ara dinazorlar modaydı, sonra diğer yırtıcı hayvanlar, şimdilerde insanlar moda; en güçlü tür olduğumuzu düşünüyoruz. İnsanların zamanı biterken çevrede olmayı çok isterdim. Panik içerisindeki embesil insanların yüzüne piç bir sırıtış yollamaktan daha zevkli iki şey olabilir; alkol ve seks. Alkol ve seksin bile modası geçti. 68'leri yakalayamadım. Oysa ne güzel yıllardı; sevişerek, içerek, uçarak geçen yıllar. Artık alkol ve seks severlik hastalık olarak algılanabiliyor. Hümanizm gibi. Yakında insan olmak bie hastalık olarak kabul edilebilir. Ne de olsa modası geçecek. Neden olmasın?

Dedim ya günlük tutmak bana göre değil. Çok düşünüyorum. Günlüğe bu kadar düşünce aktarılır mı? Beceremiyorum.

Becerememek diyince aklıma geldi. Geçenlerde erken boşaldım. Ciddi ciddi erken boşaldım. O kadar erken boşaldım ki, daha kıyafetlerimizi bile çıkartmamıştık. Gerisini siz düşünün artık. Kötü bir durumdu. Hatunla öpüşürken şunu söylediğinizi düşünün; "sanırım ben boşaldım, donumu değiştirip geliyorum.". Artık o hatunla hiç şansınız yoktur. Kaybedilmiş bir kadın.

Afili bir günlüğüme veda sözü söyleyemiyorum. Günlüğüyle "sevgili" olanları anlayamadığımdan olsa gerek. Söylenecek çok şey, yazılacak daha çok şey var. Başka günlere kalsın.

8 Eylül 2011 Perşembe

BİR SARHOŞUN NOTLARI-4

Kadınların tüm söylediklerini doğru kabul edecek olursak, seksten zevk almayan kadın oranı %90'larda olur. Bu da Tanrı'nın varlığına indirilmiş en büyük darbelerden biri olarak adlandırılabilir. Zira Tanrı'nın, insanların üremesine katkıda bulunmak için seksi zevk alınan bir eyleme dönüştürdüğü söylenir. Tabi kadınların bundan zevk almadığını yersen.

Kadınların söylediklerini doğru kabul etmeye devam edelim. Duyduklarımdan, gözlemlerimden aldığım yetkiye dayanarak oluşturduğum istatistiklere göre, Türkiye'deki kadınların ilk cinsellik deneyimlerini yaşama yaşı ortalama 30 civarı. Kadınlar kendilerini biraz daha sıkarlarsa, evlenip çocuk yaptıktan sonra bile, ilişkiye girmediklerini iddia edecekler, yakındır.

Erkeklerin büyük çoğunluğundan nefret ederim. Abazandırlar, her kadına yazarlar, her kadını el üstünde tutarlar, her kadına yedirirler, içirirler, hediyeler alırlar. Kadınlar da kendilerini bu insanlara muhtemelen satmış gibi olurlar. Beni derdim kadınların neye, nasıl, nerede satıldığı değil. Bu tip erkekler yüzünden, bir göt kalkıklığına ulaşıp, kendilerini dev aynalarında görmeleri. Yok lan işte, Ruslar'dan iyi değilsiniz, Lübnanlılar'dan iyi değilsiniz, Finler'den iyi değilsiniz. O öküz gibi Almanlar'dan bile iyi değilsiniz. Ülkemizdeki çarpık seks ilişkilerinden dolayı, götünüzün kalkıp, burnunuzun havalarda olmasına gerek yok.


Ciddi manada kadınlarla genel bir sorunum yok, en azından erkeklere yaşadığım kadar sorun yaşamıyorum kadınlarla. Kadınları ikiye ayırıyorum, açık yüreklilikle sevişebilenler, ya da alkolün, sevgililiğin, evlilik vaadinin arkasına saklanıp sevişebilenler. Ancak erkekleri kaça ayırsam bilemiyorum, sevişmek için tüm parasını harcayanlar, sevişmek için dayak atanlar, sevişmek için yıllarını harcayanlar, sevişmek için geneleve gidenler, sevişmek için entellektüel olanlar... Liste uzar gider, yeminle söylüyorum, erkekler de gramla beyin yok.

Futbolda şiddet yasasının çıkmasını savunan kulüpler şimdi de yasanın değişmesi için uğraşıyorlar. Nasıl bir bok yediklerinin yeni farkına vardılar. "Ulan hepimiz şike yapıyoruz, seneye hepimizi içeriye alırlar valla" dediklerini duyar gibiyim.

Komünist-sosyalist kadınları genelde daha çok sever, daha çok saygı duyar, daha çok tahammülle karşılarım. Ancak bazen çekilmez olabiliyorlar. Yanlarında küfür ediyorsun, "küfür etmeyelim lütfen, küfürler ataerkil toplumun erkek egemen sistemine göre dizayn edilmiştir" gibilerinden bir itirazla karşılaşıyorsun. Kadın tacizlerinin önüne geçmek gerektiğini her aklı başında insan gibi savunuyorsun, ancak kadınların da yakışıklı erkeklerin bakışından, ya da kendisiyle konuşmasından hıoşşlandığını, ancak amele ya da benzeri bir işte çalışan insanların bakışından konuşmasından taciz diye bahsettiğini söylüyorsun, bin bir laf işitiyorsun. Komünist-sosyalistten ziyade anarşist kadını tercih ederim. Hem daha az şeye kızar, hem de daha iyi sevişir.

Az önce "odam kireç tutmuyor" adlı çok sevdiğim şarkıyı dinlerken bir kez daha dikkat ettim. "Ben sevdim, eller aldı, niye ben ölmüş müyem?" dizesi kadar acıtacak, dize bulmak pek kolay değildir. Hakkaten ben sevdim eller aldı lan, niye amına koyayim diyesi geliyor insanın.

Bugün Yılmaz Güney'in ölüm yıl dönümü. Yılmaz Güney'in politik filmlerini oldukça severim. Düşüncelerini de genelde beğenmişimdir. Bazıları yok şunu öldürdü, yok buna böyle yaptı diyerek bok atmaya çalışsa da Yılmaz abiye, Yılmaz abi her zaman saygıyla anacağımız, seveceğimiz sanatçılarımızdandır şüphesiz.

Kadınların çoğu seks mevzusunda iki yüzlüdür. Seksten bahsedilmesi hoşlarına gider, iki kişi seksten bahsediyorken dinlemeyi, arada bir lafa karışmayı sever, hatta seksten anladığını göstermekten bile kaçınmaz, bunu bile büyük bir özgüvenle, yüzünde kocaman bir sırıtışla yapar. Ancak ne zaman ki seks muhabbetini o kadının üzerinden döndürmeye başlarsınız, o zaman bir asabileşme, bir hırçınlaşma söz konusu olur. Tamam abla, sakin ol, köşede bir yerde kıstırıp tecavüz etmeyecem sana. Hani madem o kadar seks meraklısısın, hani madem bu kadar da biliyorsun, gecemiz boş geçmesin, zevkimize bakalım diyecektim. O kadar. Abartı bir karşılık, abartı bir cevap vermene gerek yok. Yok canım ben sadece konuşmacıyım, icraat yok dersen anlardık.

Sarhoş olmayı seviyorum, beni aptallaştırıyor. Aptallaşmak Sartre'nin dediği gibi; mutluluğumu arttırıyor. Ancak sarhoşluğun tek artısı bu değil. Kadınların çoğu erkeklerin içtiği zaman sapıttığını söyler. Halbuki erkekler içtiği için sapıtmazlar, sadece içtikleri zaman gerçek yüzleri ortaya çıkar. Yani bir erkeğin içerek sarhoş olması iyi bir durumdur, bundan daha iyi bir durum varsa, o da kadının içerek sarhoş olmasıdır. Böylece hem erkek hem de kadın gerçekten istediklerini ortaya çıkarır, sevişilecekse sevişilir, sevişilmeyecekse bir daha görüşmemek üzer dağılınır. Erkekleri sevdiğim bir konu varsa, o da cinsellik muhabbetinde yeterince açık olmalarıdır. Doğrudan konuya girer, kadınlar ise bunu binbir yoldan dolanıp ifade etmeye çalışır, hani maksat sevişildikten sonra duyan olursa, bahaneler hazır olsun.

Bugüne kadar gerçekten güzel bulduğum sadece bir kadın gördüm, o da lisedeydi, ona da ben açılmadım. Neden açılmadığımı, açılırsam da ne olacağını hiç düşünmedim. Muhtemelen bir bok olmazdı, olmaz. Sadece bu konudan varmak istediğim bir yer var. Güzellik ya da çirkinlik gibi kavramların ırkçılıktan çok bir farkı yok. İnsanların doğuştan gelen özelliklerine bir değer atfederek, ya da sistemin, pornografinin, egemen moda sektörünün çizdği güzellik anlayışına göre belirlenen bir anlayışın, bu zenci bu beyaz, zenciyi öldürelimden çok farklı bir tarafı yok. Biz burda çok zayıf olmayan, götü göğüsü yerinde, gözleri mümkünse renkli, burnu okka gibi, kaşları ince ve biçimli, çok kıllı olmayan (vajinal bölgedeki biçimli kıllar hariç), kadınlara hiç düşünmeden güzel diyerek aslında ırkçı bir yaklaşımı benimsiyoruz. Biraz da faşizm denilebilir buna. Tv'nin olmadığı, kapitalizmin piyasalarının giremediği ülkelerde ki eş seçme kriterlerine bakarak, güzellik ve çirkinlik algımızın ne kadar saçma olduğunu daha iyi anlayabiliriz.

5 Eylül 2011 Pazartesi

BİR SARHOŞUN NOTLARI-3

Kadınların ikiyüzlülüğünden nefret ediyorum. Ayy şekerim Ahmet beni zorla yatağa götürdü, o da bir şey mi fatih beni paramparça etti, ya bizim Kemal'e ne demeli, zorla beni duvardan duvara attı, üç gün yürüyemedim. Zannedersin dünyanın bütün erkekleri orospu çocuğu ama hiç bir kadın orospu değil. Kadınlardan nefret ettiğimden daha çok erkeklerden nefret ederim. Gerizekalılardır, seks vaadiyle kandırılıp, kul köle olmaya meraklılardır. Genellikle sağ elinin, kimi zamanda sol elinin yapabilecekleri uğruna, yeri gelir insan öldürür, yeri gelir yataktaşını öldürür. Öylesine zeka yoksunu, öylesine aptaldır. Tamam erkeklerin geneli aptal, bu yüzden kadınların gerizekalı olması gerekir miydi? Bence gereği yoktu. Ancak kadın milleti ne de olsa, erkeklerin sözünü dinler mi, dinlemez. Gerizekalı olmaya karar vermişler, yapacak bir şey yok.

Kadın arkadaşlarımdan biri bana diyor ki; "Can sen piçin tekisin, benimle yatmaya çalışıyorsun." Nasıl bir cevap verebilirim ki? Hayır yatmaya çaışmıyorum, zira yatmak bir çaba sonucunda var olacak eylemlerden değildir desem ya da evet yatmaya çalışıyorum, bunun sebebi de toplumsal normlardır desem, her halükarda anlatmak istediğini anlatamayan bir mal olarak gözükecem. Mallarla kimse yatmaz. Arkadaşın olsa bile.

Komünistle sosyalist arasında ince bir çizgi vardır, biri ulaşmak istediği dava uğruna uğraşır, diğeri efsane olmak için uğraşır. Yoksa biri birinden olsa olsa bir adım uzaktaki şeyleri savunur. İki kelimeyle ifade edilecek bir şey yok ortada.

Futbolda şike söylentileri almış başını gitmişken, tek bir şey söyledim. Burası Türkiye, Fenerbahçe'yi kurtarırlar. Nitekim Fenerbahçe kurtuldu. Her kulübümüz kirli, buna eminim. Ama her kulübümüz, yasa çıktıktan sonra şikeye devam edecek kadar aptal değil. Bu da bir gerçek.

Türkiye basketbol milli takımı, göt zoruyla da olsa turu geçmeyi başardı. Sadece İspanya maçını izledim. Eğer çeyrek finale çıkabilirsek bizim için çok önemli bir başarı olur. Gerisi hayal.

Kazakistan karşısında oynadığımız futbol ise içler acısıydı. Ancak bu kadar kötü futbol oynanabilir. Arda'dan başka yaratıcı tek oyuncumuz Emre. Kazım canı istediği zaman oynayan bir mahalle topçusu. Burak hırslı ama yetenekleri sınırlı. Mehmet Ekici tam bir takım oyuncusu, takım olmazsa o da olmaz. Gökhan Töre belki iş yapabilir. Denemekte fayda var. Avrupa Şampiyonası'na gitmesekte olur bence, zira gidip gruplarda elenmenin bir mantığı yok. Bu kadroyla olacak olan bundan ibarettir.

Müslümanların çoğunu anlamıyorum. Seks haram diyorlar, huri var diyorlar, rakı haram diyorlar, şarap var diyorlar. Bu kadar sığ olmayın lan bari. Daha doğru şeyleri daha doğru argümanlarla savunun. Saçmalamanın lüzumu yok.

Evlilik kurumunu saçma buluyorum, neden saçma bulduğumu daha önce açıklamıştım. Bu yüzden evli kadınlarla yattıktan sonra her hangi bir vicdan sorunu yaşamıyorum. Sevgilisi olan olmayan, kocası olan olmayan herkesle yatabilirim. Sorun değil. İki kişinin arasına girmem, arkasından dolaşır, benden istenileni verir, sonra da olay yerinden ayrılırım. O kadar.

Yazmayı okumaktan, düşünmeyi konuşmaktan daha fazla seviyorum. Ancak bir şeyi sevmen onu daha iyi becerebileceğin anlamına gelmez. İyi berecemediğin şey ise seninle çok kalmaz. Ayrılığa kendini hazırlaman gerekir. Ne kadar hazrılarsan hazırla, hazır olamazsın, orası ayrı.




İbrahim Kaypakkaya'nın Kürt Siyasi Hareketine, Ayrılıkçılığa ve Milliyetçiliğe Bakışı

Hemen konuya girmeden önce, İbrahim Kaypakkaya'nın hakkında bir kaç şey söylemekte, tanımayanlar için küçük bilgiler vermekte fayda var. İbo, (bundan sonraki tüm bölümlerde kendisi için bu kısaltma kullanılacaktır) 68'lerin komünist önderlerinden biriydi. Çorum'un bir köyünde fakir bir ailenin çocuğu olarak doğdu, İstanbul Üniversitesi'nde Fizik bölümünde okurken, yazmış olduğu yazılar yüzünden okuldan uzaklaştırıldı. Çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. MDD'yi savundu, Doğu Perinçek grubunda yer aldı, daha sonra Doğu Perinçek ve arkadaşlarının revizyonist ve oportunist olduğunu söyleyerek gruptan ayrıldı. Maocu düşünceleri ön plana çıkan İbo, köyden kente doğru gerçekleşecek bir devrimi savundu. Devrim için silahlı mücadelenin mecburiyet olduğuna inanarak; TKP/ML TİKKO'yu kurdu. 1973'ün ocağında Tunceli kırsalında yakalandı. Yaralı halde, yalın ayak, kar üstünde yürümeye zorlandı. Bacaklarının hissizleşmesi üzerine kaldırıldığı hastanede ayakları kesildi. Diyarbakır'da dört ay boyunca işkenceye maruz kaldı, Komünist Önder İbo, dört ay boyunca tek bir bilgi vermedi, 18 Mayıs 1973'de babasına intihar ettiği söylendiysede, gerek İbo'nun bir kaç gün önce babasına yazdığı mektup, gerekse babasına verilen ölmüş bedeninin delik deşik edilmiş olması, İbo'nun infaz edildiğini gösteriyordu. Bugün hala bir çok örgüt İbo'nun yolundan ilerler, kurmuş olduğu TİKKO, özellikle Tunceli ve çevresinde faaliyetlerini sürdürür.

İbo'dan yapılan alıntılar, "mavi", İbo'nun Lenin'den yaptığı alıntılar "turuncu" renkle, renklendirilmiştir.

İbo yoldaş, Kürtlerin A.B.D'nin güdümünde olduğuna, ve ya, Sovyetler'den destek alıp almamasına, emperyalizmin oyunlarına alet olmasına yönelik olarak şunları söylüyor;

"(...) Emperyalizm, menfaatlerine elverdiği yerde, bu sınıfların ırkçılık politikalarını kışkırtır ve destekler; menfaatlerine el vermediği yerde bu politikaların karşısına çıkabilir. Mesela Türkiye'de hakim olan, Türk hakim sınıflarını kendisine bağlamış olan A.B.D emperyalizminin  Türk ırkçılığını körüklemekte ve desteklemekte menfaati vardır ve bu görevini (!) seve seve ve fazlasıyla yapıyor. Mesela Sovyet sosyal-emperyalizmi bugün Türkiye'ye hakim olmadığı için, Türk ırkçılığının karşısındadır ama Pakistan'da Bangladeş ırkçılığını şahlandırmakta katiyen tereddüt etmemektedir. Türkiye'de ise yarın, bütününe sahip olamazsa, parçayı koparmak üzere ve milletlerin kendi kaderini tayin hakkını ya da ezilen milletin kurtuluş mücadelesini destekleme maskesi altında, kendi denetiminde gerici bir Kürt milliyetçiliğini ya da ırkçılığını desteklemeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur."

İbo açıkça, Sovyetler'i emperyalist bir devlet olarak işaret ediyor. Emperyalist ülkelerin, ırkçılığı isteklerine göre körükleyip, istedikleri zaman da karşısında durabileceklerini açıkça ifade ediyor. Yani Kürt ve Türk halklarının emperyalist güçlerin kışkırtmasıyla karşı karşıya getirilebileceğini ya da getirilmiş olabileceğini söylüyor. İşin açıkçası, savaşlardan, korkulardan kimin fayda sağladığı günümüzde oldukça aşikar, gözler önünde bir bilgi.

İbo Kürt legal ve illegal hareketi içerisindeki, toprak ağalarının, burjuvazinin milliyetçiliğiyle ve mücadelesiyle alakalı olarak ise şunları ifade ediyor;

"Bilinçli Türkiye proleteryası, Kürt milli hareketi içindeki Kürt milliyetçiliğini güçlendirmeye yönelen eğilime asla destek olmayacaktır; burjuva milliyetçiliğine asla yardım etmeyecektir; Kürt burjuvalarının ve toprak ağlarının kendi üstünlükleri ve imtiyazları için giriştikleri mücadeleyi kesinlikle desteklemeyecektir; yani, Kürt milli hareketi içindeki genel demokratik muhtevayı desteklemekle yetinecek, onun ötesine geçmeyecektir." 

İbo, açıkça Kürt milliyetçiliğine karşı çıkmış, ezilen milletlerin milliyetçiliğini kabul etmemiştir. Olması gerekeni, olması gerektiği gibi söylemiştir. Kürt ağalarının, burjuvasının kendi çıkarları uğruna, Türk ağaları ve burjuvasıyla girişmiş odukları mücadelede, daha çok payı kapmak uğruna kışkırttıkları Kürt milliyetçiliğinin savunması hiçbir şekilde kabul edilemez.

"(...) Proleterya, burjuva milliyetçiliğinin gelişmesine destek olamaz; tersine o, ulusal farklılıkların silinmesine ve uluslararası engellerin yıkılmasına, milliyetler arasındaki bağları sağlamlaştıran her şeye, ulusların birbirleriyle kaynaşmasına yardım eden her şeye destek olur. Başka türlü davranmak, gerici milliyetçi küçük burjuvazinin yanında yer almak olur." 

İbo, Lenin yoldaştan yaptığı alıntıyla, proleteryanın durması gerektiğini düşündüğü yeri açıkça ifade ediyor. Proleterya her şeyden önce, ulusların birleşmesi, kaynaşması, birbirine güvenmesi için uğraşır.  Proleteryanın birinci görevi budur. Ancak İbo, Lenin'den alıntı yapmaya devam ediyor ve azınlıklar konusunda şu alıntıyı yapıyor;

"(...) milli azınlıklara taviz verme ve hoşgörüyle davranma hususunda yetersiz kalmaktansa aşırı gitmek daha iyidir." 

Lenin yoldaşın açıkça söylediği gibi; azınlıklar bir devletin en çok hassasiyetle yaklaşmak zorunda olduğu konudur. Azınlıkların kendilerini azınlık gibi hissetmemesi için, bir devletin elinden ne geliyorsa yapılmalıdır. Anadil, eğitim, sağlık hakları, tartışma konusu olamaz.

İbo yoldaş, Lenin'den ayrılıkçılık konusunda alıntı yaparak devam ediyor;

"Boşanma serbestliğini savunan bir kimseyi, aile bağlarını yıkmak istemekle suçlamak ne kadar ahmakça ve ne kadar ikiyüzlüce bir davranışsa, ulusların kendi kaderlerini tayin etme özgürlüğünü savunanları da yani ayrılma özgürlüğünü savunanları da, ayrılmayı teşvikle suçlamak, o ölçüde ahmakça ve ikiyüzlü bir davranıştır. (...) Kapitalist devlette ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını, yani ulusların ayrılma hakkını reddetmek, egemen ulusun imtiyazlarını  ve demokratik metodlara karşı polis yönetim metodlarını savunmaya eşittir."

Lenin yoldaş şüpheye hiç yer bırakmayacak şekilde, ulusların kendi kaderini tayin hakkının varlığını kabul etmekte, bu hakkın varlığını reddedenleri de egemen ulusu ve polis yönetimini savunmakla suçlamaktadır. Bugün, boşanma hakkı, hemen hemen herkesçe kabul gören bir olayken, mantıklılığı hemen hemen herkesçe kabul edilen, hatta karşıtları yobazlıkla itham edilirken, ayrılıkçılık ülkemizde, vatan hainliğiyle eşdeğer olarak algılanıyor. Egemen ulusun baskın milliyetçiliği, üç kıtaya yayılmış bir imparatorluğun mirasçılığına soyunmak ve savaşlardan, kahramanlıklar ve zaferler adı altında bahsetmek, halkın büyük bir çoğunluğunda, akli melekelerde zayıflamalara neden oluyor. Güçlü devletin büyük toprakla var olabileceğine dair bilimsel gerçeklikten ve somut örneklerden uzak bir mantık yürütüldüğü gibi, insan onurunun, insan hayatının her türlü güçten daha önemli olduğu gerçeğini de kavrayamıyoruz.

Sosyalist ve komünistlerin, devrime faydası olacak bir ayrılma hareketine vereceği tepki oldukça net ve tartışmadan uzak bir konudur. Peki ya, ezilen ulusun ayrılma kararı, devrime zarar verecek bir yapılanma içerisindeyse ne yapılmalı, nasıl davranılmalı? İbo yoldaşın ifadesiyle;

"(...) Komünistler böyle bir durumda zor kullanmayı kesinlikle reddederler. Kürt işçileri ve emekçileri arasında "birleşme" lehinde propaganda yürütmekle birlikte, ayrılma isteğinin önüne asla zor çıkarmazlar. "Milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı"nı tanımak, bir millet bu hakkı kullanmak, yani ayrılmak istediği zaman, onun karşısına asla engel ve güçlük çıkarmamak demektir. Komünistler, Kürt milletinin ayrı bir devlet kurup kurmayacağı kararını tamamen ve kesinlikle Kürt milletine bırakır. Kürt milleti isterse ayrı bir devlet kurar, istemezse kurmaz. Buna karar verecek olan başkaları değil, Kürt milletidir. Komünistler, bir milletin ayrılma isteğinin önüne kendileri asla engel çıkarmayacağı gibi, burjuva ve toprak ağalarının hükümetinin engel çıkarma, zor kullanma girişimleriyle de aktif olarak mücadele eder. Her türlü dış müdaheleye karşı mücadele eder (...) Dışardan müdahele, zor kullanma, ayrılma isteğinin önüne engel çıkarma hangi gerekçeyle olursa olsun, "ulusların kendi kaderini tayin hakkı"na bir tecavüzdür."

Yani bir komünist ya da sosyalist, ulusal bir devlet kurma yolundaki bir ayrılığı, devrime faydası olacaksa destekler, olmayacaksa her hangi bir destekte bulunmaz, ancak köstekte olmaz. Bu tarz bir davranışın, her iki ülke halkına da nasıl bir faydası dokunabileceğini, şu sözlerle aktarıyor İbo;

"Sovyetler Birliği'nde başarıya ulaştıktan sonra devrim,  Finlerin ayrılmak istemesi üzerine, Bolşevikler hiç tereddüt etmeden ayrılmaya razı olmuşlardır (...) Sovyetler Birliği'nde iç savaşın devam ettiği 1918-1920 yıllarında emperyalistlerin, Sovyetler Birliği'ne Finlandiya üzerinden saldırma planları, Fin halkının direnişiyle karşılaşmıştır."

İşte tam da ihtiyacımız olan şey budur, Kürt halkı ayrılmak istiyorsa eğer, onları zorla içerde tutmak, iki halk arasındaki güven duygusunu azaltmakta, düşmanlığı körüklemektedir. Dostça bir ayrılış, düşmanca beraberlikten yeğdir. Dostça bir beraberlik için, belki de önce ayrılmak gerekir.

Son olarak, bölücük üzerine İbo'dan bir alıntı yapmakta fayda var.

"(...) Hakim sınıflar (...) sadece ayrılmak isteyen Kürtlere değil, ayrılma hakkını savunan, milli baskılara şu ve ya bu ölçüde karşı çıkan herkese "bölücü" diyorlar." 

Yani, hakim sınıfın milliyetçiliğine karşı çıkmanın adının bölücülük olduğu bir yerde, bölücü olmamak için, hakim sınıfın ağlarının, burjuvazinin, milliyetçilerinin kıçını yalamak gerekiyorsa, "bölücü" olarak görülmek daha iyidir.

Alıntılar, Umut Yayımcılık'tan çıkan İbo'nun Seçme Yazıları'ndan yapılmıştır.