31 Aralık 2012 Pazartesi

Nazım Hikmet__Kuvâyi Milliye'den Alıntılar

(...)

Namussuzun biriydi Mansur,
                               muhakkak.
Düşmana satılmıştı,
                           orası öyle.
Kaç kişinin başını yedi,
                              malum.
Ama ne de olsa
mehtapta herif beygirin üzerinde uyumuş geliyordu.
Demek istediğim,
böyle günlerde bile, böyle bir adamı bile bu çeşit öldürüp
ortalık duruldukta, yıllarca sonra mehtaba baktığın vakit
                                                 üzüntü çekmemek için,
                     ya insanlarda yürek dediğin taştan olacak,
                         ya da dehşetli namuslu olacak yüreğin,
Nâzım'ınki taştan değildi çok şükür,
                                fakat namuslu.
Ne malûm? dersen:
Dövüştü pir aşkına,
yaralandı birkaç kere
ve saire.
Ve kavga bittiği zaman
ne çiftlik sahibi oldu, ne apartıman.
Kavgadan önce Kartal'da bahçıvandı,
                 kavgadan sonra Kartal'da bahçıvan...

(Altıncı Bap-Muharebeler ve Düşman Elinde Kalanlar ve Kartallı Kazım'ın Hikayesi. syf.67)

(...)

"Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
                               bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
                           bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
                          bu davet bizim...

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
                       bu hasret bizim..."

(Sekizinci Bap-26 Ağustos Gecesinde Saatlar İki Otuzdan Beş Otuza Kadar ve İzmir Rıhtımından Denize Bakan Nefer. syf.90)

Yedi kat yerin altından uğultular geliyor.
Çok alametler belirdi, vakit tamamdır.
Haram sevaboldu, sevap haramdır.
Ak kurt, kara tahtayı daha bir yol kemir,
çekin ki körükleri
                          ateşe girdi demir.

(Kıyamet Sureleri-Alametler Suresi. syf.134)

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
                                                          bu kadar mavi
                                                          bu kadar geniş olduğuna şaşarak
                                                          kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım...

(Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları. syf.146)

(...)
Düşürdü kaadı muhterem peder
                            ve Şeytan'ın iğvasıyla hakikati bağırdı:
"-Karşı koymak günü geldi en büyük tehlikeye.
Harbediyoruz,
Fuhşun bekası için,
kerhane kapıları kapanmasın diye.
Ve sen orda, arkada
içinde beyaz entarisinin
bir erkek çocuğu gibi duran,
sen orospu olacaksın kızım.
Sana frengi ve belsoğukluğu verecekler
                            büyük şehirlerimizden birinde.
Baban dönmeyecek.
Yatıyor şimdi yüzükoyun
                              çok uzak bir toprağın üzerinde.
Şimdi kan içindedir
                       etli, kalın kulaklar
                       ve ince kollarının dolandığı boyun.
Yattığı yerde yalnız değil.
Hareketsiz duran tanklarla, terk edilmiş toplar sahada."

(...)

Ve muhterem peder
                     başladı tekrar konuşmaya:
"-Harbediyoruz:
Pazar ve mal nizamının bekası için.
Kömür, lastik ve kereste,
ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvveti
                                                         satılmalıdır.
Patiska, benzin
                buğday, patates, domuz eti
ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet
                                                         satılmalıdır.
Güneşli bahçesi ve resimli kitapları çocukluğun
                                    ve ihtiyarlığın emniyeti
                                                         satılmalıdır.
Şan, şeref ve saadet,
ve
kuru kahve
topyekun pazar malı olup
                  tartılıp, ölçülüp, biçilip satılmalıdır.
Harbediyoruz:
harbi bitirdiğimiz zaman
aç, işsiz ve sakat
                 -harp madalyasıyla fakat-
                           köprü altlarında yatılmalıdır."

(...)

Harbediyoruz:
            kundak bezinin çeşidiyle belli olmalı herkesin yeri.
Harbediyoruz:
            parlasın ebediyen diye sabah güneşlerinde
                                                          hapisane demirleri.

(...)

(Fakir Bir Şimal Kilisesinde Şeytan ile Rahibin Macerası. syf.199-200-203)

(Tüm alıntılar Yapı Kredi Yayınlarından çıkan Nazım Hikmet'in Kuvayi Milliye kitabındandır. Kitapta Kuvayi Milliye şiirlerinin yanı sıra; Saat 21-22 Şiirleri, Dört Hapisaneden ve Rubailer bölümleri de vardır.) 
    


12 Aralık 2012 Çarşamba

Vajinadan Utanmak

Üç aşağı beş yukarı Dünya nüfusunun yarısında bulunan, bulunmayan diğer yarısının da hatırı sayılır bir çoğunluğunun dünyaya merhaba derken kullandığı, hemen hemen her insanın ölmeden önce bir şekilde haşır neşir olduğu döl yoluna vajina diyoruz. Aynı vajinayı büyük bir devlet sırrıymışçasına saklıyor, tü kakalaştırıyoruz. Kaka ettiğimiz yetmezmiş gibi, bir de üzerini toprakla örtüyoruz ki, kokutmasın etrafı, rahatsız etmesin bizi. Öyle bir şey yokmuş gibi davranırsak, sessizce kulaktan kulağa kulak doldurarak konuşursak, cinsellik ve cinsiyet üzerinden var olagelen sorunların da ortadan kaybolabileceği ümidini taşıyoruz. Belki de tüm bunları düşünmüyor, "dinimiz amin"in bir gerekliliği olarak emrin demiri kesmesini kabul ediyor, düşünmekten imtina ederek, vajinayı zinayla ilişkilendirip gördüğümüz halde görmüyormuş, dokunduğumuz halde dokunmuyormuş, bildiğimiz halde bilmiyormuş gibi yapıyoruz. Yaptığımız da yetmiyor, başkalarından da bu tavrı bekliyoruz.

Yaşayabilmek için dine ihtiyaç duyan garip toplumun gariban bireylerinin vajinaya bu minvalde bakması kabul edilebilir olmasa da, anlaşılabilir bir durumdur. Dinin rahatlatıcı, uyutucu ve uyuşturucu etkisiyle yaşayabilen insanların, bireysel aklı yok sayarak, vajinadan bahsetmezsek "vajinal problemler" de yaşamayız cinliğine teslim olmasından başka çıkar yolunun olmadığını da düşünebiliriz. Ancak bir ülkenin başbakan yardımcısı; bir kadının vajina demesinden dolayı(hem de evli ve çocuklu) yerin dibine battığını söylüyorsa, bunu ne kabul edebilir ne de anlayışla karşılayabiliriz.

Kamer Genç'in mesir macunu itirazına; mesir macununun viagra olmadığını, kuvvet iksiri olduğunu söyleyip Kamer'i aklı uçkurunda olmakla itham eden Bülent Arınç, Aylin Nazlı Aka'nın kendisine bakarak konuşmasından utanıp-sıkılabileceğini söyleyerek; esasında kimin aklının ne şekilde çalıştığını belli etmişti. Bülent yaptığı hatanın farkında olacak ki, hatayı daha büyük bir hatayla unutturmak istediğinden olsa gerek, Aylin'in kürtajın yasaklanması ile alakalı olarak söylediği "başbakan vajina bekçiliğini bıraksın" sözlerine atıfta bulunarak; evli ve çocuklu bir "kadının" kendi organından bahsetmesinden dolayı yerin dibine battığını, utandığını, kıpkırmızı kesildiğini söyledi. Aynı Bülent; başbakan eylemci kadın hakkında "kız mıdır kadın mıdır bilemem" derken ya da çiftçiye "ananı da al git" derken de bu denli yerin dibine batmış mıdır, utancından kıpkırmızı kesilmiş midir kendisine sormak gerekir. Cinselliğin ve cinsiyetin hakaret olarak kullanılmasından rahatsızlık duymayan, duysa dahi bu rahatsızlığını açıklamak gereği duymayan Bülent; evli ve çocuklu bir kadının, sözlüğün ilk anlamıyla vajinadan bahsetmesinden rahatsızlık duymuş, duymakla yetinmemiş, bunu açıklama gereği de hissetmiş.

Bülent'in rahatsız olmasının nedeni; "vajina"nın kendisi midir, yoksa ağzından vajina kelimesi çıkan insanın, bir kadın olması mıdır; bilmiyoruz. Peki bu kadının evli ve çocuklu olması, Bülent'in rahatsızlığını arttırmış mıdır; şüphesiz. Üniversitelerde, liselerde derslerde öğretilen "vajina"dan, Bülent nasıl rahatsız olmayı başarmıştır; muamma. Cinsiyetçiliğinin farkına varamayacak kadar mantıktan uzak olan Bülent; vajinadan sadece erkeklerin bahsedebileceği sonucuna nasıl varmıştır; sanırım resmi dini anlayışa teslim olarak. Kendi organından bir kadın bahsedemeyecek de, kim bahsedebilecektir; Bülent hangi cinsiyet grubuna dahilse o grup. Vajinadan bahsedilmeden, kürtajdan bahsedilebileceğini zannedecek kadar akılsız bir insan mıdır Bülent; şüpheli. Yoksa politik manevralarla, halkın dinci yanını okşayarak, Aylin'i hedef tahtasına oturtma peşinde midir Bülent; absolutely.

Bu soruların hepsine tek tek cevap verirsek, utanılması gerekenin, yerin dibine girilmesi gerekenin ne olduğunun da farkına varırız. Bülent illa ki bir şeylerden utanç duyacaksa; doktora gittiği zaman karımı kadın doktorlar muayene etsin diyen zihniyete göz gezdirebilir, bu kadar çok yerin dibine batmak istiyorsa, kadınlık ve kızlık arasında hiyerarşi kuran zihniyete bakabilir, kıpkırmızı kesilmekten mutluysa utancından, çocuk gelinlere, kendi evinde kendi yatağında kendi kocasından cinsel şiddet gören insanların durumuna bakabilir. Bu ve buna benzer onlarca, yüzlerce meseleye gözünü kapatıp; bir kadının vajinayı cümle içerisinde kullanmasından dolayı yerin dibine batanlar, battıkları yerden çıkmazlarsa, en azından sorunlarını konuşabilen bir Türkiye'ye kavuşabiliriz.

Vajina, kadın vücudunda bulunan, sıradan bir organdır. Toplum bu organa gereğinden fazla önem atfetmiş, tabulaştırmış olabilir. Bu sebepten vajinayı saklamak, toplumun baskısı altında şekillendirilen bireysel aklın sonucu olarak anlayışla karşılanabilir. Kanser hastasını kanser olduğu için suçlayamayacağımız gibi, vajinadan utanan insanları da, bu akıl tutulmalarından dolayı suçlayamayız. Ancak vajinadan bahsedenleri toplumun önüne atmak, vajinadan bahsedildiği için yerin dibine batacak kadar utanmak, ve bu utancı dillendirdiği için, iktidar partinin milletvekilleri tarafından çok mühim bir şey söylenmişçesine alkışlanmak, ancak ve ancak sakat bir zihniyetin yavşak sonucu olarak adlandırılabileceğini de söylememiz gerekir. Kendisine vajina sunulmasından değil, vajinadan bahsedilmesinden bile utanıp-sıkılanlar, olsa olsa sakat cinsel dürtülere ve akla sahip olanlardır. Tedaviye ihtiyaçları olduklarını kabul edip, en kısa sürede psikolojik destek almalı; ülkemizin kadınlarına artık bir rahat vermeleri gerekir. Bu zihniyettir ki, yıllar yılı kadını kendisiyle alakalı karar mekanizmalarının dışında tutmuş, tacize, tecavüze mahkum etmiş, erkeğin istetmesi haline getirmiştir. Bu zihniyetle mücadele etmeden, bu zihniyete karşı ses çıkarmadan, kadının kurtuluşu, kadının var oluşu mümkün değildir.

Vajina; vajinadır Bülent. Ve bizim orda göte de, göt derler.

4 Aralık 2012 Salı

Bir Sarhoşun Notları

Her kadın, başına gelen her vakanın, tüm dünyada bir insanın başına gelebilecek en vahim vaka olduğu düşüncesine sahip. Yavaştan başlayıp, hızlanarak ilerleyelim. En yavaşı nedir bu durumun; "Ay ben bir regl oluyorum Can, inanamazsın". Yani ne oluyormuş bu arkadaşa, ağrıdan dışarıya adımını atamıyormuş, duygusal olarak çöküntü yaşıyormuş, kendi durumu çok farklıymış. Yani zannedersin dünyanın tek adet olan kadını, öyle bir tavır. Bugüne kadar buna benzer lafları duymadığım tek bir kadın olmadı. Yok hatunum öyle bir durum, herkes gibi sendeki de birazcık sancı yaratıyor o kadar. Bu durumdan bir pay çıkarmaya, bu dönemi, ataerkillikten bunalıp, dört-beş günlük bir kadın cennetine çevirmeye gerek var mı? Gerek yok be güzelim, valla gerek yok. Bunun daha ileri ki aşamalarında; "ben sevgilimden dayak yiyorum" diyerek, müstakbel sevgililere dert yanma durumları ortaya çıkar. Kadınlar mevcut sevgililerini, sevgili adaylarına şikayet eder, dert yakınırlar. E madem dayak yiyorsun, neden hala sevgili olmaya devam ediyorsun ki sorusunun cevabı her zaman için; "ama ben onu çok seviyorum" olur. Eeee, yani? Sevme demedik ki zaten, neden sevgilisin dedik. Sevmeye devam et, ama sevgili olmaya devam etme. Sevme hali, bir insanla sevgili olma mecburiyetini doğurmaz ki, sevme hali, başlı başına zaten sevmek eylemiyle mutlu olma halidir. Sevgili olmasan da olur. Ama anlatamazsın. Beni dövüyor diye şikayet eder, ama seviyorum da der. Bir yandan müstakbel sevgiliye beni kurtar mesajı verilirken, bir yandan da "kaşar" etiketinin üstüne yapışmaması adına, "ama ben onu çok seviyorum" der. Dayak yiyen üniversite öğrencisinin tavrı net olmalıdır. Dayak yiyorsan siktir edersin gider. Sevmiyorsan zaten sıkıntı olmaz, seviyorsan da zaten sevme eylemiyle mutlusundur, siktir etmen sorun yaratmaz. Yoksa beni dövüyor, ben de sevdiğim için bırakamayıp dayak yemeye devam ediyorum demenin hiç bir mantıklı izahı yoktur. Bu durumda ya mazoşistsindir, ya da altında arabası, cebinde ev anahtarı olan birinden olmak istemiyorsundur, o kadar. Bu mevzunun en uç noktası da, tecavüz eden erkeklerdir. Tecavüz maalesef memleketimizin temel sorunlarından bir tanesi. Bu ülkede yaşayıp da ben hiç cinsel saldırıya maruz kalmadım diyecek kadının ve hatta erkeğin, dürüstlüğünden şüphe ederim. Cinselliğin sağlıklı bir şekilde var olmadığı güzel memleketimde, cinsel suçların fazlaca vuku bulmasından daha doğal tek şey, insanların nefes alıp vermesi olsa gerek. Cinsel suçların vuku bulması bu kadar normal, bu kadar doğal bir hale gelmişken, tüm bireylerin bunu sadece kendi başına gelen bir şeymiş gibi görmesi, insanlara bunu anlatırken, bundan bir pay çıkarmak istemesi anlamsız bir çabadır. Taciz ve tecavüz bu ülkenin gerçeğidir, hemen hemen her birey bu saldırılara maruz kalır, ancak sevgilim bana tecavüz etti diyen üniversiteli kadınların inandırıcılığı şüphelidir. Ağzı yüzü kırılmadan, bir şekilde bayıltılmadan tecavüze uğradığını söyleyip, ağlayan kadınlar, samimiyetten yoksun kadınlardır. Hem beni döverek tecavüz etti diyeceksin, hem de şikayetçi olmayacaksın, hem zorla yaptı diyeceksin, hem de hiçbir yerinde gözle görülür bir yara-bere olmayacak. Sen anca kendi toplumsal sıkışmışlığında kendi vicdanını rahatlatacak bu hikayeye kendini inandırabilirsin. Kimse bunlara inanmaz, kanmaz. Bir kadın, bayıltılmadan ya da ciddi fiziksel şiddet görmeden tecavüze uğramaz, bunlar olduysa da, gerekli mercilere şikayette bulunur. Tabi ki sözüm ücra köylerden, bucaklardan dışarı. Tecavüz edenin değil, tecavüz edilenin suçlu görüldüğü yerler var hala bu memlekette. Ancak büyük şehirlerin merkezinde büyüyüp, iyi üniversitelerde okuyan kadınların tecavüz karşısında susma, hakkını aramama gibi bir lüksü yoktur, olamaz. Bu sebepten dolayı, bu arkadaşları samimiyetsiz buluyorum. Hem tecavüze uğradıklarını söylüyorlar, hem de şikayetçi olmuyorlar. Hem şikayetçi olmuyorlar, hem de pompaya devam ediyorlar. Hem pompaya devam ediyorlar, hem de tecavüzcü olduğunu söyledikleri insanlarla görüşmeye devam ediyorlar. O kadar da değil, bu kadar da kolay değil. Gerçekten tecavüze uğrayan kadınları, gerçekten işkence gören, hayatı zehir olan, yaşarken ölen kadınları düşünün biraz, biraz onları düşünün de savunduklarınızdan haya edin diyesi geliyor insanın.

Bir başka sorun da kadının toplumsal normlara riayet etmekten hoşlanan düşün yapısı. Hem cinsel tacizden muzdarip olacaksın, hem erkeklerin abazanlığından rahatsızlık duyacaksın; hem de evlilik kurumuna, sevgililik anlayışına, dini mevzulara bir itiraz yöneltmeyeceksin. Önce dallamanın biri sana tecavüz edecek, sonra da sen bir başka erkeğe aşık olup, onunla evlilik hayalleri kuracaksın. Neden ya hu, neden? Bu ülkede her gün binlerce evli kadın tecavüze uğrarken kocaları tarafından, onlarca çocuk, ebeveynlerinin cinsel tacizlerine maruz kalırken, zaten cinsel bir suçun mağduru olan bir insanın hala bu kurumlardan medet umması neden? Evlilik erkek için dölünün devamı, el altında tutulan vajina, ev işlerine koşulacak bedava iş gücüyken; kadın için de, statü sahibi olmak, toplumsal baskıdan bir nebze de olsa kurtuluş, maddi ve manevi açıdan yasal bir dayanaktır. Mevcut düzende yetişmiş insanların davranışlarından dolayı mağdur olmuş insanların mevcut düzenin ana dinamiklerine sahip çıkarak bunları kutsaması, ancak ve ancak kendi çocuklarının da aynı mağduriyetleri yaşamasına sebebiyet verecektir. Bireylerin yaşadığı cinsel saldırılar münferit olaylar değil, düzenin yarattıklarıdır. Hemen hemen her bireyin sorunudur, toplumsal travmadır. Bu durumu değiştirmek mevcut düzen içerisinde iyi bireyler yetiştirmekle değil, mevcut düzenin tasfiyesiyle ancak mümkün olabilecektir.

İnsanlığın varlığından beri bunca yıl geçmesine rağmen hala seven insanın kıskanması gerektiğini zannedenler var. Öyle bir dünya yok güzel kardeşim. Bir şeyi, bir varlığı, bir insanı kıskanmak, ancak sahip olduğunun daha üstünde bir sahipliğin varlığı halinde ortaya çıkar. Yani, senin olduğunu düşündüğün bir şeyden daha üstün olan bir şeye sahip birisi varsa, onu kıskanırsın. Kıskanmanın temel gerekliliği, bir şeye sahip olmaktır. Peki seven kıskanır derken, neye sahibiz ve neyi kıskanıyoruz? Kadını mal edip, ona sahip olacak ya da erkeği mal edip, ona sahip olacak değiliz. Sahip olduğumuz sadece sevgimiz olabilir. Peki bu durumda neyi kıskanabiliriz; muhtemelen, bizim sevgimizden daha yüce bir sevgiyi. O halde temel mesele, sevdiğimizi ksıkanmak değil de, sevgiyi kıskanmak değil midir? Bu durumda sevdiğimizin hayatını zehir etmek neden? Nasıl oluyor da sevdiğimizin hayatını kıskançlık üzerinden zehir edebiliyoruz, nasıl oluyor da, sanki sevdiğimiz bize aitmiş gibi, bizim malımızmış gibi ona bir başkasının dokunmasını istemiyoruz. Biz kim oluyoruz da, bir insanı, bir canlıyı kıskanma yetisini kendimizde görebiliyoruz? Sahi, biz nasıl kıskanabiliyoruz?

Seks muhakkak ki güzel bir eylem, illa ki haz alınan bir olay. Aynı durum uyuşturucular ve alkol için de geçerli. Alkol de, seks de, uyuşturucu da insanlara haz vermekle kalmaz, barışın, sevginin var olduğu bir dünyanın parçası haline de gelirler. Kızılderililer dahi, barış ortamında haz veren otlar içerler, böyle bir ortamda konuşurlardı. Dünyanın gördüğü en güzel hareketlerden biri olan "flower power" hareketi, uyuşturucu, alkol ve seks ile var olmuştur. Bunların kötü olarak kodlandığı toplumların, huzurla, barışla, sevgiyle var olabilmesi mümkün değildir. Chomsky esrarın yasaklanmasını, alkol yasağının son bulmasından sonra ortaya çıkan bir şeylerin yasak olması boşluğuna bağlar. Esrarın Amerika'ya Meksikalılar tarafından sokuluyor olmasının Meksikalılara darbe vurmak için kullanıldığını ve Kızıl Çin ve Sovyetlerin esrar ticaretinden pay aldığı yalanını yayarak, komünizme karşı mücadelede kullanılmasının da bu yasakta etkili olduğunu söyler. Sahiden esrar ve hatta kokain-eroin, sigaradan da alkolden de daha az insanın ölümüne yol açmasına rağmen, alkolün ve sigaranın legal olduğu dünyada illegal olmayı sürdürür. Bizim ülkemizde bu yasadışılıklara seks de eklenir. Çoğu kadın bekaretin kaybedilecek bir şey olduğuna inandığı için sürtünmeyi, oral seksi ve hatta anal seksi tercih eder. Vajinal seks yapanların çoğu, ilk seks deneyimlerinin zorla olduğunu öne sürer. Sevgili olmak isterler en azından, kandırıldıklarını söylerler. Seks için kandırıldığını söyleyen anadolu kızı Fatma ile, kızılların tehtidinde olduğu söylenerek esrardan men edilen John'un bu bağlamda farkı yoktur. İkisi de en temel haz alma mekanizmalarından olmaması gereken dogmalarla uzak tutulurlar, ikisinin de bir şeylerden nefret etmesi sağlanır. Sonrası malum. Seviştiği halde, sevişenlere orospu diyen kadınlar; esrar çektiği halde komünistlere söven siyahiler. Mevcut düzen hem seviştirir, hem tüttürtür; hem de pişmanlık duydurur.

Sevişmekte de, tüttürmekte de sıkıntı yoktur. Sorun, bu eylemlerin amaca dönüşmesinde ortaya çıkar. Bir insan seksi, uyuşturucuyu, otu yaşamın amacı haline çevirdiyse, artık orda bir sıkıntı var demektir. Zira seks gibi, uyuşturucu gibi insanın doyumunu sağlayan eylem ve materyaller su içmek gibidir. Her insan su içer, ancak su içmek için yaşamaz. Haz verici eylemler de böyledir. Uygulanması gerekir, ancak onlar için yaşamak, insanın öldüğünün göstergesidir. Seks için, alkol için, uyuşturucu için yaşamak, insanın ölümünü kabullenmesidir, Dünya'yı yok sayma halidir, bir nevi dükkanı kapatma, iflası açıklama durumudur.

Bugün evde mutlu mesut otururken bir kadının, "ya çocuk çok yakışıklıydı, öyle bir gözümün içine bakıyordu ki, eriyip gittim" demesine şahit oldum. Hani belki kelimeler tam olarak böyle değildi ama, buna yakındı. Bu kelimelerden cümle yaratan kadınların; "ne bakıyon öküz gibi" deme lüksü ortadan kalkıyor. Hem yakışıklı bir erkek baktığı zaman hoşuna gidecek, hem de sonrasında öküz gibi bakanlar var diyeceksin. Gözüyle taciz etti, yedi bitirdi gibi kavramlar uyduracaksın. Pozitif ayrımcılık dediysek, bu kadar da torpil geçecez demedik. Yakışıklı insanın bakmasından hoşnut olacaksın, yakışıklı olmayan baktığı zaman tacizci diyeceksin, yok öyle bir anlayış, yok öyle bir dünya. Kusura bakma ama, senin katalogdan seçtiğin erkeklerin bulunduğu bir dünyada yaşamıyoruz, doğal olarak senin seçtiğin erkeklerle karşılaşacağın dünya'da da yaşamıyoruz. Senin beğendiğin de olacak, beğenmediğin de. Birinin bakışına, dokunuşuna hayvanlık diyip; diğerinin, bakışından hoşlanarak, dokunuşundan orgazm olarak yaşayıp gideceksen, kusura bakma arkadaşım, öyle tutarlılığa da söverim, öyle anlayışa da küfrederim, yemezler.