2 Nisan 2015 Perşembe

Lyotard'ın Adil Olana-Olmayana ve Rehin Alma Eylemlerine Dair Düşünceleri

Ne zamandır DHKC militanlarının rehin alma eylemiyle ilgili bir şeyler karalayayim diyor, ancak sosyalist/komünist arkadaşların "analizcilere" olan öfkesinden çekinip vazgeçiyordum. Şimdilerde aklıma Lyotard'ın konuya dair çokça katıldığım küçük notları geldi ve bu notlar sayesinde söyleyeceklerimi Lyotard'a söyletip, mevzubahis öfkeyi de Lyotard'a havale edebileceğim ihtimali ortaya çıkmış göründü. Bu ihtimalden devam edelim;

"JFL: Mutlak adaletsizlik, mecburiyet pragmatiğinin, yani adalet Oyununu oynamaya devam etme imkânının dışlanmış olmasıdır. İşte adaletsiz olan budur, adil olanın tersi değil, adil olan ve olmayan sorusunun sorulmasını ve sorulu kalmasını yasaklayan şey. Öyleyse elbette her tür Terör, yok etme, katliam, vs. veya bunların oluşturduğu tehdit, tanım gereği adaletsizdir. Katledilen insanlar, adil olan ve olmayan oyununu oynamaya devam edemeyecektir. Ama dahası, oynama imkânının, bir mecburiyet pragmatiğini yeniden oynama imkânının, hali hazırdaki pragmatiğin taraflarından birinin elinden alındığı, elinden alınmış olduğu her tür karar, bu etkiye sahip her tür karar, zorunlu olarak adaletsiz bir karardır. Ayrıca bu etkiyi, bu etkileri düşünmek gerek...

JLT: Bana öyle geliyor ki bu pragmatik analiz, belirli bir "terörizm" tipine doğru genişletilebilir.

JFL: "Terörizm" dediğimiz şey, aslında iki çeşit işlemin üzerini örten bir şeydir. Temelde savaş oyununa ait olan bir şiddet türü vardır: bir rakiple karşı karşıyayım, bir delik açıyorum, hücum ediyorum ve güçlerinin bir kısmını yok ediyorum. Bu konuda tekrar ne denebilir, bilmiyorum. Rote Armee Fraktion [Kızıl Ordu Fraksiyonu] grubu hücum edip, Heidelberg'deki Amerikan bilgisayarını yok ettiğinde, bu savaştır, grup kendini savaşta hisseder, savaşır ve gerçekten de rakip güçlerin bir kısmını yok eder. Peki, ikili savaş denen belirli bir oyuna aittir bu. Ama aynı grup, Schleyer'i kaçırıp, üçüncü bir kişiye Schleyer'in ölümü üzerinden şantaj yaptığında bu, bir öncekiyle hiç ilgisi olmayan başka bir şiddettir; bence yalnızca bu "terörizm" adını hak eder ve Devlet tarafından kullanıldığında da, doğası aynıdır. Ve bu durumda, az önce söylemiş olduğum duruma düşmüş olur, adalet oyununu dışlar. Adalet oyununu dışlar çünkü söz konusu Schleyer, tabii ki burada bir araçtır. Ölümle tehdit edilmiştir ama bu tehdit aslında kendisine değil, üçüncü bir kişiye yöneliktir. Aynı Schleyer, elbette bir suikastta öldürülme riski de taşıyordu: bu kesinlikle aynı değil. O zaman rakip olarak kabul edilmiş olur; kaldı ki Schleyer de gerçekten kendini savaşta hisseder, etrafı silahlı korumalarla çevrilidir. Rakip olarak kabul edilir ve öyle yok edilir. İlla bunun taraftarı değilim ama diyorum ki bu savaştır. Rehin alma ise başka bir şeydir, başka bir ölümdür, argüman görevi gören bir ölüm tehdididir. Pedagojik bir politikadır bu, ('Schleyer'in işbirlikçi olduğunun ve devletin yürüttüğü polis terörünün bilincine varmanızı sağlayacağız'), pedagojik gibi görünür ama aslında olamaz. Bu politikada gerçekten hedeflenen, üçüncü kişiyi pes ettirmektir. Ve üçüncü kişi, devlet değildir sadece, onu tehdit eden pedagoglara dönüşmüşüzdür oysa, ve o aynı zamanda kamuoyudur. Kamuoyu üzerinde korkuyla baskı kurarak , onu devlete baskı yapmaya zorlarız.

Aynı şiddet grubu, Buback veya  Ponto gibi birine doğrudan saldırdığında, oyun ikili oynanır, iki grup arasındaki, iki bütünlük arasındaki, bir tarafta politik-ekonomik yöneticilerin olduğu diğer tarafta 'onların adaletsiz olduğunu' ve adil olmaları sağlanamadığına göre, onları yok etmek gerektiğini düşünen bir grubun olduğu bir savaştır bu. Korkunç olan bunun kendisi değildir, çünkü olayı böyle alırsak tarihte, Yahudiler de dahil olmak üzere, bunun binlerce örneğini buluruz. Bunlar savaş halleridir. Birbirlerinin alanına giren ve aslında birbiriyle bağdaşmayan iki buyruk sistemiyle karşı karşıyayız. Bu, savaşı getirir."

JFL: Jean-François Lyotard
JLT: Jean-Loup Thebaud

(J.-F. Lyotard, J.-L. Thebaud, Hakkıyla, Çev: Emine Sarıkartal, İthaki Yayınları, Mart 2014-İstanbul, Özg: Au Juste, s.132-133-134)