23 Eylül 2015 Çarşamba

Fazlasıyla Uzun Bir Aradan Sonra Gelen BSN

Merhabalar dostlar, canlar. Uzun zamandır "Bir Sarhoşun Notları"na katkıda bulunamıyordum. Bunun ana nedeninin "yazmak için sarhoş olmaya başlamış olmamın" farkına varmış olmam olduğunu söylemeyi ne kadar çok isterdim tahmin bile edemezsiniz. Ya da en azından; entelektüel birikimin, arttıkça, insanı daha az "söylem"i arzular hale getirdiğine yaslanabiliyor olsaydım; hoş olurdu. Muhtemelen bunların yerine söyleyebileceğim tek neden; söylediklerimin yetersizliğinin yüzüme vurulacağı korkusuyla birleşen tembelliğimden ibaret. Eksikliğini de hissetmediniz nitekim, sorun yok.

Geçenlerde yine Zygmunt Bauman okurken denk geldim; Saramago Yoldaş terlememizle aynı sebepten mi konuştuğumuzu sorgulayarak söylemin doğadanlığına/doğallığına göndermede bulunmuş ve söylediklerinin önemsizliğinin farkında oluşuna, söylemlerinin yalnızca kendisinin var oluşuna sunduğu katkının da önemine atıfta bulunmuş. Hepsi iyi-hoş da Saramago Yoldaş; kendin yazdığını bildikten sonra, bir başkasına önem atfetmezken, kendi adınla yazmak niye? Birey anonimleşerek yazmalı, anonimleşerek salmalı bildirilerini; belki o zaman şüphe etmeyebileceğimiz bir iletişimi mümkün kılabildiğimiz ortamı tahayyül edebiliriz.

Zygmunt Bauman dedim de aklıma geldi; bir ara tıraş olmanın ne derece ustalık isteyen bir alet bakımına ve ne derece yeteneksizleştiren bir alet kullanımına dönüştüğünü ustalıkla anlatıyordu. Hemen hemen her ihtiyacımızı giderirken, en az, 2-3 aracı kişiye ihtiyaç duyar hale geldik. Onlarca yıl önce yaşamış insanlardan çok daha verimli bir tıraşı, çok daha kısa bir sürede olabiliyoruz; ancak, bu tıraşı mümkün kılan araçlar için bir tasarımcıya, bir işçiye, bir nakliyatçıya, bir tüketici hakları koruyucusuna ihtiyacımız var. Bu insanların her birinin emeğini düşündüğümüzde tıraş için harcadığımız zamanın kat ve kat attığını görebiliriz. Problem sadece emek gücümüzün ikamesinin verimsiz bir hal almasında değil; problem tek tek bireylerin kendi başlarına kendi başlarına gelen problemleri çözebilme yeteneklerinin azalıyor olmasında. Bir tıraş makinesini var etmek ya da tamir etmek için gereken teknik bilgi ile bir usturayı var etmek arasındaki teknik bilgi farkını sanırım anlatmama gerek yok. Bunların bakımı ve tamiri için gereken teknik bilgiyi de anlatmama gerek yok. Dolayısıyla, dünya nüfusu arttıkça, yeni insanlar için yeni iş imkanları türetip kendi yeterliliklerimizi de bu yeni iş kollarına devrederek şey'leşiyoruz. Şarap konulan bir bardak, şaraptan ne kadar tat alıyorsa, yakında, biz de hayattan o kadar tat alacağız gibi görünüyor.

Var olduğu halden mutlu olan kaç kişi var? Peki isyan eden, itiraz eden, değişim isteğini dile getiren kaç kişi var? Bu büyük fark neden? Korkuyor muyuz? Korkuyorsak neyden korkuyoruz? Bir tek hayatımızın olması mı bizi korkutan? Öbür tarafın varlığı mı, yoksa, yokluğu mu daha korkutucu? Tüm dinler bir isyanla mümkün olmuşken, isyanın bunca mahkum edilişi neden? Peki isyan bunca kötüleniyorken; bunca isyanın varlığını nasıl açıklayabiliriz?  Savaş uçaklarının gölgesi altındaki isyansızlık ile iktidar olanın güdümündeki isyan pazarlanıyor; neyden yana olduğumuzu neye karşı olduğumuzu iyi seçmemiz gerek. Egemenin ne olduğunu iyi görmek gerek.

Bir ara Deleuze okurken dikkatimi çekmişti; "ordulaşan gerillalar"dan bahsediyordu. Gerilla birlikleriyle ordular arasında ciddi farklar vardır; bir ordu, daha çok, çoğunluğuna mensup olduğu toplumun, çoğunluğa mensup olmayanlarını kendi çoğunluk zihniyetini paylaşmaya zorlar. Gerilla birlikleri ise bu zorlamalara karşı, azınlıkların, kendi ürettikleri kültürü yaşayabilecekleri bir yaşam alanını muhafaza etmeye çalışır. Ordular kavramsal ortaya çıkışları gereği istilacı, gerilla birlikleri ise direnişçidir. Buraya kadar bir sorun görünmüyor. Ne var ki Deleuze, ilk gerilla yaratıcısı olarak gördüğü İngiliz ajan Lawrence'tan alıntı yaparken; gerilla birliklerinin başarı yakalayabilmek için "kaçınılmaz" olarak bir dönemden sonra ordulaşmaları gerektiğinden bahsettiğini anlatır ve buna da katılıyormuş gibi görünür. Rojava'da yaşananlara ne kadar da benzer değil mi? Hemen hemen her şehirde geri çekilmek zorunda kalan Kürt gerillaların yerine gelen yayılmacı Kürt orduları. Ne yapacağız? Utandığımız ordulara bir yenisinin daha eklenmesini mi selamlayacağız?

Malum; bugün-yarın "Kurban Bayram'ı". Sanıyorum ki her aklı başında insan, bunun, bir zamanlar Tanrı'ya bakire kurban etmekten çok da farklı olmadığının farkındadır. Bunun ne derece canice bir "bayram" olduğunu tekrar anlatmayacağım;  ne var ki, bazı vegan arkadaşlarımızın mevzuyla alakalı olarak "mevzuyu özelleştirmek; durumun genelliğine zarar veriyor" tarzındaki söylemine de itiraz etmeden duramayacağım. Tabii ki kişilerin genel olarak ürünleştirilmesine itiraz etmek temel kaygımız haline gelmeli; ya da kaygımız kişilerin şey'leşmesiyse, bunun bu şekilde olmasını istememiz pek bir anlaşılır. Ne var ki "Kurban Bayramı" denilen hede/höde kişisel kurtuluşla birlikte toplumsal kurtuluşun da bu tarz bir hayvan katliamından geçtiğini ve dünya mutluluğunun da bu tarz bir katliamla mümkün olabileceğini anlatır bir konuma sahip. Dolayısıyla bireyin sadece sevdiği için, acıktığı için, öyle olmasının normal olduğunu düşündüğü için birini boğazlamasıyla; kişinin ve toplumun bu şekilde daha iyi olacağını düşündüğü için boğazlaması arasında küçük bir ayrımı da saklı tutmanın iyi olacağını düşünüyorum. Ne dersiniz; bu ayrımı cebimizde tutmayalım mı?

Yazmadığım çok şey var, mesela; ot. Alkol neredeyse dünyanın her yerinde serbestken; pek çok kimyasal, ilaç adı altında doktor gözetiminde alınıyorken, sigara dediğimiz illet püfür püfür içiliyorken, ot, nasıl olur da serbest olmaz? Nomsky'e danışın derim; ABD'nin ulusal çıkarları için alkolü nasıl yasaklayıp serbest bıraktığını, kokainle ne zaman mücadele edip ne zaman etmediğini, otun neden illegal olarak kalmasını istediğini çok kibarca, Bilal'in de anlayabileceği şekilde anlatıyor. Sizin neyiniz eksik?

Erken seçimlere gidiyoruz. Bir önceki seçimlerde HDP'ye o vermiş olan annem bu seçimde HDP'ye oy vermeyecek. Nedenini kendi de pek bilmiyor. Şehit haberleri gelirken Demirtaş çok ortalarda görünmemiş; öyle diyor. Ne diyeyim; ATV'yi biz satın aldık; yine de Demirtaş'ı çıkarıp da konuşturmuyoruz; zira insanların ölmesine çok seviniyoruz mu diyeyim?  Annem yaşlı olduğunu düşünen bir kadın; oyuna etki etmek, reyini manipüle etmek bana düşmez. Ne var ki AKP bu konuda oldukça başarılı.

Bana da soranlar oluyor; oyun nasıl hala HDP'ye oluyor diye. Jodorowsky bir ara "vatanım; ayakkabılarımdır" demiş. Kötü mü demiş? İkbal de haccın müslümanlarda vatan mefhumunu yakacağını söylemişti ama, pek buralı olmamış gibi görünüyor müslümanlar. Duruşumun çok net bir izahı var; bir yerde, bir azınlık, örgütlü bir arzusunu dile getirdiğinde; özellikle, çoğunluğa mensup bir bireysem, bu azınlık talebini desteklemeyi zaruret olarak görüyorum. Elimde değil, zaruret. Kürdistan halkları bir Kürdistan ülkesi istiyorlarsa; bana da desteklemek düşer. Ne diyeyim; "hepiniz yanlışsınız, doğru benim" mi diyeyim?

Buradan "hepiniz orospu çocuğusunuz" desem annem alınıyor. Zira bu yazdığımı anneme aktaran orospu çocuğu akrabalarım var. Yine de; "hepiniz orospu çocuğusunuz". İstisnası değilim.

Orospu çocuğu demişken; orospu çocukluğundan seksistlik devşirerek bir hassasiyet üretiyorsanız kendinize dikkat edin derim ben; orospu çocukluğu seksüel bir tercihe/yönelime/olmaklığa referans vermeyen bir küfürdür. Buna rağmen öyle olduğunu düşünüyorsanız sıkıntının büyüğünün kendinizde olduğunu anlamanız gerekir. Bunun yanı sıra orospu çocuğundan küfür devşirmeyi tabii ki tartışabiliriz. Birilerinin orospuluğundan, birilerinin orospuluğuna herhangi bir katkısı olmayanı suçlu bulmak acınası bir durum olsa gerek. İnsanın ebeveyenlerinin orospuluğu insanı niye ilgilendirsin ki? Orospuluğun suç olup olmadığını ayrıca, ayrı bir zamanda tartışalım.