22 Nisan 2014 Salı

(Ön-yargı, Önyargı, Ön Yargı)lar

Sıklıkla duyarım ön-yargının kötü olduğunu; yine sıklıkla tersinden bahseden de olur ve burun kıvırırlar "ön-yargı kötüdür" diyenlere ve bazen, ama sadece bazen, "'ön-yargı kötüdür' diyenlere burun kıvırmakla hata ettim" diyenlerle karşılaşır, içtenlikle gülümserim. Hayır, hoşnutluğumdan ya da muzır bir büyüklenmeden değil, kendi "ön-yargı yolculuğumu" görmemden duyduğum kendimciliğimle; şu koca dünyada, şu koca nüfusun ortasında, şu ter kokusunda, korna gürültüsünde, onca küfürde aşina olduğum yalnızlığımın an ve an verdiği yorgunluğun arasında bulduğum küçük dinlenme anlarıdır o gülümseme anları. Yine-yeniden, küçük bir insanın, uğraştan ve yenilgilerden -en azından yalnız yenilmelerden- nefes nefese dinlenerek kaçtığı anlardır. Kendimi görürüm, kendimde olanı, kendimden olanı; bizleşiverir, bizleştiğimiz ölçüde de sürüleştiğim(iz)in farkına varırım. Sonu bellidir sürüleşmenin; yeni ön-yargılar, yine ön-yargılar ve tekrar kaçış, yalnızlık, mücadele, yenilgi.

Dün "ön-yargı kötüdür" diyenlere burun kıvırır, bıyık altından gülerdim. Salaklar, zekası geriler, cahiller; ancak yüz kitap okumuş olanlardı benim için bu aptallar. Muhtemelen o okudukları azıcık kitabı da anlamamışlar, ortamlarda üç-beş ismi ezbere söyleyebilmek, bir-iki Türkçe olmayan terimi cümlelerinin arasına sokuşturarak "entelektüel" görünebilmek derdinde budalalardı bunlar, taklitçi şarlatanlardı. Ekseriyeti küçük burjuvadan oluşur, kapitalist ahlakın, kapitalist hukukun değirmenine su taşırlardı. Ön-yargının hayatta kalabilmek ve hatta kaliteli yaşamı sürdürebilmek için gerekli olduğunu kavrayamayan kukla konformistler olduklarını göremiyor olmalarına şaşırmaz, kuklalıklarını, oyunlarımla desteklerdim. Ön-yargıyı, "yeterli bilgi sahibi olmadan pratik geliştirme" olarak tanımlamalarına güler, aksinin zaten mümkün olmadığının farkında olamayışları; kendi farkındalığımı yücelttiğim uyku öncesi mastürbasyonlarıma ilham kaynağı olurdu.

Ondan hemen önce de ön-yargılılara gülüyordum.  On kitap ya okumuş ya okumamışlardı bunlar. Kitap deyince aklına ya din kitapları ya da çoktan geride kalmış olan sınavlara hazırlık kitapları gelirdi. Hayattaki tek amaçları iyi bir eş, vefakar bir ebeveyn ve/veya "Sayın Başarı" olmak olan bu zavallılar; ah, nasıl da acıyordum bunlara. Dürüstlüğe, doğru olana, hakka önem vermezlerdi; önem verdikleri, bunlara önem veriyor gibi görünüp görünmedikleriydi ve inanın esas önem verdiklerinin bu olduğunu da kavrayamazlardı. Kavrayıştan, anlayıştan, bilme ihtimalinden uzak korkak miskinlerdi. Günün yarısında çalışan, geri kalan yarısını da ya yaşamını devam ettirmek için gereken temel gerekliliklere ya da kendisinden kulluk bekleyen patrona, eşine, çocuğuna, ebeveynine, akrabasına, dostuna, tanrısına, hayvanına, insanına yaranmaya çalışmakla geçiren kurulmuş robotlardı. Toplumun aynı fabrikasının birbirine eş aynı torna tezgahlarından çıkma farklı ebatlarda aynı işleve sahip metalarıydı; ah, ne kadar da zavallılardı. Ve ben, ön-yargılı olmayan ben, ne kadar da acırdım onlara.

Daha da öncelerde, yani o kendi bireyselliğimin dahi farkında olmadığım günlerde de herkese gülerdim. Ön-yargıdan hiç bahsetmez, zevkle ve sebepsiz bencilliğimin yaratmış olduğu rahatlıkla söver, döver ve dayak yer, içer, sıçar ve deliksiz uyurdum. Belki doğaya en yakın olduğum, belki de en uzak olduğum dönemimdi bu dönem. İnsan eylemlerini gözden geçirdiğinde bir gün, eylemlerinin böceklere ne kadar da benzediğini düşünebiliyor. Lakin; böcek olmayan için, böcekleştiğini varsaymanın doğallaşmakla ne kadar alakası olabilir? Ya da neslin daha güçlü devamı için değil, daha güzel olduğunu düşündüğü bilye için kavga etmenin neresinde doğallık görebilir? Doyana kadar değil, kışın soğukluğunu yazın kuraklığını düşünerek değil, aksırana kadar tıksırana kadar yemeyi nasıl doğadan görebilir?

Kendimden başka kimseye gülemediğim günlerdeyim şimdi. Daha bir-iki yıl öncesine kadar "ön-yargı kötüdür" diyenlere burun kıvırdığım için kendime gülüyorum bazen. Ön-yargı kötü olabilir diyorum artık; tüm kesinliklerden uzak durduğumu söylemenin de bir kesinliksizliğin kesinliğini ürettiğinin bilincinde olarak kaçınıyorum. Ön-yargı kötüdür diyesim geliyor bazen; ön-yargısızlığın mümkün olduğunu düşündüğümden ya da bunun insanlık için iyi bir adım olacağını düşündüğümden değil, aksine, insan evladının kendi sonuna karar vermesi gerekebileceğini düşündüğümden dillendiresim geliyor bunu. Eğer siyasi canlılar olduğumuzu kabul ediyor, içerisinde bulunduğumuz durumun varlığını anlayabilecek, eyleyişlerimizin sonuçlarını kavrayabilecek olduğumuzu düşünüyorsak; pek tabii olarak ön-yargılardan tamamen sıyrılarak kendi neslimizin sonuna da sadece "ön-yargılar kötüdür" diyerek ulaşabiliriz. Evet, ön-yargı kaliteli olduğunu düşündüğümüz bir hayatı yaşamak için gereklidir. Peki "kaliteli hayat" yaşamının arzulanması gereklilik olarak nasıl sunulabilir?

Çok soru var, çok düşünce, çok yazı, çok karmaşa, tek karmaşa. Bezginlik de var, heyecan da. Bu da değişecek, bu da gelişecek, bu da yenilecek. Her defasında daha iyi yenilmeyeceğim; her defasında daha küçülerek yenileceğim, daha tükenerek, daha tüketerek. Gün gelecek; ya mücadeleyi bitireceğim, ya bitiklik kazanacak mücadeleyi. "Doğduk, yaşıyoruz ve öleceğiz" kolay olanı; doğduk ve öldük, doğduk ya biz zaten doğduğumuzdan öldük; biliyorum, biliyoruz, yaşamaya da, ölmeye de devam ediyorum, ediyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder