14 Ekim 2015 Çarşamba

Bir Sarhoşun Notları

Merhaba Can'lar. Ankara'daki malum patlama üzerine hiçbir şey yazmadım şu ana kadar. "Bazı şeylere yazık ediyorlar/ediyoruz" deyip, susacağım. Zira, yazık ediyorum.

"Ne ara böyle bir insan oldum?" diye sık sık sorarken buluyorum kendimi. "Ne ara?" sorusu yanlış; tarihselliği dönemsel bir eklemlenme olarak kabul eden bir soru. "Neyden sonra?" veya "Niçin?" diye sorayim diyorum; benzer nedenlerle birlikte uzaklaşıyorum. Sözün özü; dönüştüğüm kişi ve dönüşmekte olduğum kişi tiksindiriyor beni. Soramazken dahi; nasıl dönebilirim?

Geçenlerde eskilerden çıkıp gelen bir arkadaşım vesilesiyle eskilerde kaldığını düşündüğüm(bir şey eskilerde kalabilirmiş gibi) Tezer Özlü'yü yeniden karşıma çıkarıverdim. Özlü'de en sevdiğim şey, sanırım, Pavese. Özlü'nün Pavese'si, Pavese'den daha Pavese. Pavese'yi intihara yazgılayan da(evet, yazgı) buydu sanırım. Birilerinin Pavese'leri, her zaman, Pavese'den daha Pavese'ydi. Peki Pavese'yi intihara yazgıladığını düşündüğüm bir tavrı ben niye seviyorum? Bencil bir pisliğim de ondan; Özlü'nün Pavese'si muhteşem.

Sosyal fobi midir nedir; ondan var bende. Pek çoklarının bulunduğu geniş alanlar rahatsız ediyor beni, kayboluyorum. Dört duvar arasında ise kendime geliyorum; önce bir bardak şarap dolduruyor(evet, şişeden içmediğim zamanlarda bardaktan içiyorum, kadehten değil), bacak bacak üzerine atıyor, entelektüel bakışımı ve gülümsememi yüzüme oturtup pek harika olduğuna kanaat getirdiğim(harikalığı kendimden menkul. Bilim mi ne?) konuşmalar yapıyorum. Oda vekilliği, oda aydınlığı, oda entelektüelliği. Oturduğum yerden kitaplarımın da manzarası ne hoş, yeniden mastürbasyon.

Cinsiyet meselesi çetrefilli bir bahis. Bir yandan vajinalılığın ve penisliliğin farklı cinsiyetlere referans verir örüntüsüne(görüntü değil) karşı durmak ile Irigaray gibilerin "cinsiyetsizleştirme" uyarısı arasında sıkışıp kalmak pek olası. "Erkek" ve "kadın"ın toplumsal icadına mercek tutarken, "kadın"ın "erkek"leştirilmesinden nasıl kaçınabiliriz? Evet, cinsiyetler birer icat. Peki bu icatlarla ne yapacağız? Nasıl irdeleyeceğiz? Nasıl tarihin tozlu raflarına iteceğiz?

Herkes, herkesin yalan söylediğini biliyor. Ve herkes, yalan söylediğinin bilindiğinin farkında. Yine de yalan söylemeye devam ediyoruz. Kronik bir vaka; yalan, artık, gerçekliğimiz. Olmadığında/Olmazsa, simulakrlara(Oh, ömrümde cümle içerisinde bu kelimeyi de kullandım ya, gözüm açık, götüm kapalı ölmem artık) dönüşmemiz kaçınılmaz.

Hazır yalandan bahsetmişken dürüstlük meselesine(bu bir mesele miydi?) de şöyle bir uğrayayim. Yalan söylememekle dürüstlük pek sık karıştırılıyor. Kelime oyunu gibi görülebilir; "hehe, çünkü doğruyu söylemek dürüstlüktür" gibi bir algı ortaya çıkabilir. Hayır, öyle değil. Her zaman doğruyu söylüyor olmak da dürüst olduğumuzu göstermez. Örnekleyelim; bir örgütün militanı olarak yakalandığınızda, sizden örgütünüzün sırlarını açıklamanızı istediklerinde doğruları söylemek dürüst olduğunuzu değil, sahtekar olduğunuzu gösterir. Bir bağlılığın, bir "özel"liğin ifşasından dürüstlük devşirmek pek mümkün değil. Benzer bir durum "ihbar"cılık halinde de var. Komşusunun kaçak elektriğini, ebeveynlerinin çıplak münasebetlerini egemen bir kuruma şutlamak, "doğru"yu söylemek olsa dahi sahtekarca bir tutumdur. Genellikle, kendi yapamadıklarımızdan duyduğumuz öfkeyle başkasına böyle bir müdahaleyi mecbur kılarız kendimize. "Ben yapamıyorken, senin ne haddine?!" Sahtekarca bir faydalanma. Bazen de sadece bizden öyle istendiği için ihbar ederiz. İstek hafif kaçtı, emredildiği için de diyebiliriz. Emreden kim? Egemen. Neyi emrediyor? Henüz egemen olamadıklarının egemenleştirilmesini. Kimden istiyor? Egemenleştirdiklerinden. Sahekarca bir yaltaklanma değil mi? Kişisel ilişkilerimiz de bu doğruculuktan, sözde dürüstlükten müstesna değili. Bazen doğruları söylemeye pek hevesli oluruz, dürüstlük damarımız tutar; "Ahmet benimle sevişmek istedi, reddettim aşkım". Tamam da, niye söyledin ki? Hem arzulanıyor olduğumun hem de sunmuş olduğum sadakatin bilinmesi fayda sağlıyor zira. Dürüstlük mü? Zerre değil. Kısaca; fayda sağlayacağımızı bildiğimiz doğruların söylenmesinin dürüstlük ile alakası yok. Bu gibi durumlarda yalanın söylenmesi, dürüst bir konumlanış.

Bilim sizce de hızla dinleşme eğilimi göstermiyor mu? Kendi ürettiğinin dışında kalan tüm bilgiyi cehalet, bağnazlık, orta çağ zihniyeti olarak kodlayıp yüksek duvarlarla bu bilgi türlerine setler çekip yasaklaması pek bir tanıdık değil mi? Asırlar süren din heyulasından sonra bir başka bilgiye bel bağladık, o da özüne dönmeyi tercih etti/mecbur kaldı. Eski din öldü; yaşasın yeni din! Mutlak Tanrı yerine kişisel Tanrı'nın ikamesi de bilimselin tek başarısı. Bauman'a akıl verelim; "Tanrı kendini empoze ederek var olur ve davet edilmeden ve çağrılmadan aniden belirir: her boş noktadan, açıklama zinciri ve algılama dizisindeki her yersiz sözden göz kırpar; tatmin arzusunu ve beklentisini, şeylerin olduğu halinden ayırma eylemi dizisinde kendini her boşluğun içine sığdırır ve kıpırdamayı kesinlikle reddeder. İnsanın varoluşsal belirsizliği var olduğu müddetçe Tanrı var olacak, yani sonsuza kadar. Bu da şu anlama geliyor; Tanrı insan ırkıyla aynı anda ölecek, bir saniye önce bile değil." Bu da tanıdık değil mi? Dine alışmıştık, bilime de alışmamız gerek.

Sık sık şehirler arası yolculuk yapıyorum. Neredeyse hiç bir zaman uçak kullanmıyor, neredeyse tamamında otobüslerle gideceğim yere varıyorum. Gönül isterdi ki otostop çekeyim; bunu becerebilecek kadar kişi değilim. Otobüslerde sık sık yaşadığım çelişkiler var; koltuğu indirirsem arkamdaki kızar mı, okuma lambasını açarsam çevremdekiler müdahale eder mi vs. Şunu farkettim; çevremdekiler kadın olursa daha rahat bir şekilde yapacağımı yapıyorum. Zira, kadından dayak yeme ihtimalim daha düşük. Dönüştüğüm kişiden tiksindiğimi söylemiştim.

Tuborg'un "temiz kapak" girişimi başarılı bir pazarlama taktiği değil mi? Hakikaten çok temiz kapak oluyor onlardan.

Yazdıklarımı pazarlama stratejisi olarak yeni bir adım atıyorum ve her yazdığım metnin ardından bir şarkı ile bir film paylaşıyorum. Belli mi olur; artık birileri okumaya başlar belki.

Metnin şarkısı: Moğollar-Sen Varsın Orda
Metnin filmi: GrigoriyChukhray-Ballada o Soldate

1 yorum: