24 Mart 2012 Cumartesi

BİR SARHOŞUN NOTLARI

Küçük yaşlardayken pek çok sevgilim oldu. Çoğuna karşı da bir şeyler hissettiğimi düşündüm. Belki de hissettim. Bir şey hissetmek nedir deseler, hala doğru düzgün bir cevam veremem. Sevmek, sevgili olmak. Bırakmayacak gibi sarılmak, hayatın anlamı onun gözlerindeymişçesine gözlerinin içine bakmak, nefesinde yeni bir hayat varmış gibi içine çekmek, terinin terine karışmasıyla mutlu olmak, kokusunu duymak, sevgisini görmek, sesiyle mutlu olmak. Nedir sevgili olmak? Bunların hiç biri yoksa, nedir ki sevgili olmak? Boşalana kadar sevişmek midir, arabasına binmek midir, güzelliğiyle hava atmak mıdır? İlerde çok büyük insan olacak mıdır, ailesi zengin midir? Nedir sevgili olmak?

Aşk nedir diye sorsam, hala kendimi tatmin edecek bir cevap veremem. Sevgilin gözünün önünde eşeklerle sikişse dahi onu tüm kalbinle sevmek midir, yoksa dünyanın tüm eşekleri seni sikse dahi aşkının yanında bunu unutmak mıdır? Aşk acı çekmek midir, yoksa her şeye rağmen mutlu olabilmek midir? Ben daha çok ikincisini benimsiyorum. Aşk acı çekmektir der çoğu insan, ne alakası var yahu, aşık olsan insan için, aşık olmuşluk halinden daha mutlu bir şey olabilir mi? Aşık olmuşsun yahu. Aşık olduğun insanın seni sevmesini filan siktir et, aşık olmuşsun sen, seviyorsun. Kalbin her gün yerinden fırlayacakmışçasına hareketler sergiliyor, ayakların yerden kesilip, aklın bir karış havaya karışıyor. Böyle bir vaziyetteyken, insanın acı çekebilmesi mümkün müdür? Kimileri vakti zamanında ulaştığı insanları elinden avucundan kaçırınca, aşık olduğunu zannedip, vah ola vahlar ola, kıçım açıkta yüreğim yangında demeye başlar. Ulan aşıksan, ve aşık olduğun insan seninle mutlu olmadığını, olamayacağını düşündüğü için senden ayrıldıysa, senin bundan mutlu olman gerekir. Zira aşık olduğun insan, kendini daha mutlu göreceği bir hayatı tercih etmiştir. E, sen de aşık olan insan olarak, aşkının mutlu olmasını isteyeceğine göre,bu durumdan azami bir mutluluk duyman gerekir. Ne demiş Karac'oğlan; seni seviyorsam bundan sana ne. Sevgimiz de aşkımız da karşımızdaki insanları ilgilendirmez, karşımızdaki insanın mutluluğuyla mutlu olmayı öğrenmemiz lazım.

Herkes gider mi? Evet, herkes gider. Ne kadar kabul etmezsek etmeyelim, herkes gider. Seni seven de,  sana aşık olduğunu söyleyen de gider. Annen de, baban da, kardeşlerin de, hepsi gider. Çünkü sana aşık olana sen yeterince ilgi göstermezsin, iki sene dayanır, üç sene dayanır, dört sene dayanır, on sene dayanır, sonra gider. Gidince dersin; neden gitti, nereye gitti, neden gitti? Seven de gider, sen onu senden az seversen, ve senin çok sevdiğin seni senin onu sevdiğinden az seviyorsa, sen de o zaman gidersin, bugün değil belki, yarın da değil belki, ama gidersin. Biz hep gidişlerimizi unutur, gidenleri hatırlarız. Bu yüzden hep başkalarına söveriz, küfrederiz. Hiç düşünmeyiz, seni aldattılarsa, onu kandırdılarsa, bunu şey ettilerse, bu kadar insanı siken kim lan diye. Bunu göz ardı ederiz, kendi çektirdiklerimizi unuturuz, siktiğimiz hayatları unuturuz, geriye sadece bizim canımızı acıtanlar kalır. İşte bu unutkanlığımız ve kindarlığımız, dünyanın yaşanabilir bir yer olmasının önüne geçiyor.

Bugün arkadaşlarla dışarıya çıktım, içlerinden ikisi sevgiliydiler. Sevgililik halini ne kadar özlediğimi farkettim onları görünce. Tüm o canımları, cicimleri, küçük laf oyunlarını, yanından geçerken ki dokunmaları, kısacası tüm o saçmalıkları özlediğimi farkettim. Sevgililik haliyle dalga geçerim genelde, günümüzde anlamını yitirmiştir, paraya, güzelliğe, statüye dayalı bir birliktelik halini almıştır, sevgiyle arasındaki irtibatını kaybetmiş bir olgudan sevgililik diye bahsedilebilir mi? Bence bahsedilemez. Tüm bunlara rağmen, sevgililik halini özlediğimi farkettim. İnsan evladı yalnız kalmaya o kadar aykırı bir yapıya sahip ki, her ne kadar aksini düşünürse düşünsün, sevgiliye, birlikteliğe ihtiyaç duyuyor. Biz buyuz, biz birlikte yaşamak için varız.

Birkaç gün önce Cihan Kırmızıgül tahliye oldu. Molotof atılan bir mekana yakın bir yerde otobüs bekleyen puşili bir genç olduğu için göz altına alınan bir arkadaşımızdı. Okulunu aldılar elinden, iki yılını aldılar elinden. Sadece herhangi bir zamanda herhangi bir yerde olmasına rağmen, yanlış zamanda, yanlış yerdeydi dediler onun için. Esmerdi, Kürt'e benziyordu, belki de molotofu atan oydu. Tüm bu küpelerimle, bilekliklerimle, kolyelerimle, renkli gözlerimle, o gün orda puşiyle oturan ben olsaydım, beni de alırlar mıydı diye düşündüğümde, tabi ki alırlardı diyemiyorsam eğer, bu ülkede, kolluk kuvvetleri meşruiyetini kaybetmiş demektir. Ben polise güven duymuyorum ki polis beni güvende tutsun.

Son zamanlarda newroz(nevruz) kutlamaları başa bela oldu. Yok efendim newroz Türkçe değilmiş, nasıl kullanılırmış filan. Ulan neredeyse tüm üniversitelerde doçentlik için, doktora için, profesörlük için ingilizce makaleler isteniyor, o zaman sıkıntı yok da, newrozu kürtçe yazınca mı sıkıntı var, bu nasıl bir mantalitedir? Hadi onu geçtim, kullandığımız dildeki, bir çok kelime yabancı kökenli. Hiçbirini dert edinmiyorken, newrozu dert etmek, bir yerlerden çatışma halini çıkartmak istemek değildir de nedir? Var olan tartışmalar boyunca birkaç esas noktayı aydınlatmaya çalıştım. Kürtler'de newroz, Demirci Kawa efsanesiyle, Türkler'de ise Ergenekonla birleşir. Dolayısıyla Türkler ve Kürtler'de başka anlamları vardır. Kürtler için newroz; zalime karşı mazlumun ayaklanmasıdır, Türkler için ise, üremenin, çoğalmanın sembolüdür. Birileri bu anlamları olan nevruzun içini boşaltmaya, onu salt bir çiçeklerin açışı, kuşların ötüşüne indirgemeye çalışıyor, yemezler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder