31 Mayıs 2011 Salı

Aile Kutsiyeti Üzerine

Ailenin Kutsallığı Üzerine

Kutsallık nedir? Kime, neye kutsal denilebilir?

Kutsallık kısaca kutsal olma durumudur. Kutsiyet de denilebilir. Kutsalın ise dini ve dini olmayan anlamları vardır. Dini anlamı hemen hemen herkesçe bilinen "dinen saygı uyandıran  ve ya tanrısal bir olgu ihtiva eden maddi-manevi her şey" anlamıdır. Ailenin kutsiyeti ise kutsalın daha çok "yolunda can verilecek kimse, grup, erek" anlamından gelir. 

Peki aile gerçektende yolunda can verilecek ya da verilmesi gereken bir zümre midir? Yoksa tam tersine ailenin bu denli kutsiyet ihtiva etmesi, toplumlara zarar mı verir? Filhakika ben bu kutsallığın toplumlar için büyük zararları olduğunu düşünmekteyim. Şimdi bu düşüncemi açmaya çalışalım. 

Genel anlamda ailenin anlamı, kan bağıyla kendini ifade eder. Yani birileriyle uzaktan ya da yakından akrabalığınız varsa bu insanların hepsine birden aile denilebilir. Günümüzde ise daha çok çekirdek aile kavramına aile denilmekte. Anne baba ve varsa kardeşler. Ailenin kutsiyeti ise olsa olsa bu kan bağından ileri geliyor. O halde neden aşiret sistemi bir çok batılı vatandaşımız tarafından küçük görülüp alay konusu edilirken aile kutsiyeti tabii bir sonuç olarak görülmekte. Aile dediğimiz kavram aşiretin parçalara bölünmüş halinden başka bir şey değildir, bir nevi küçük aşiret denilebilir. O halde aileyi aşiretten ayıran, hatta ve hatta daha da ileriye gidelim, hemşehrililikten farkı nedir? 

Bir çok insan bu soruya ancak ailemle aynı evde yaşıyorum, onlaru daha iyi tanıyorum diyebilir. Peki gerçekten daha iyi tanıyor muyuz?  Diyelim ki tanıdık, gerçekten onları nasıl tanıdığımızın bu kutsiyete bir etkisi var mı? Ne demeye mi çalışıyorum. O zaman somut bir örnek verelim. Bir insanın annesinin sürekli yalan söylüyor olması, o insan için annesinin kutsallığını azaltıyor mu? Ya da bir insanın babasının vergi kaçıyor olması? Çocuklarının hırsız olması bir anne için çocuğunun kutsiyetini yok edebiliyor mu? Bunların hepsinin cevabı hayırdan başka bir şey değildir. Kendimizi kandırmayalım. Kaç kişi kendi annesini, babasını, çocuğunu ya da kardeşlerini görmek istediği gibi değillde olduğu kişi gibi görebilir? Ayan beyan kötülük saçan bir aile bireyi için bile diğer aile bireyleri aslında içinde iyilik var diye başlayan cümleler üretip, bahaneler sıralar. Yani ailelere verilen bu kutsiyetin sebebi onları daha iyi tanıyor olmamız değildir. O zaman gerçek sebep ne olabilir? 

Yine bazı insanlar buna sebep olarak ailesinin kendisini yetiştirmesini gösterebilir. Annesi dokuz ay karnında taşımıştır. Babası ve annesi onun için çalışmış, onu büyütmek için binbir güçlükle mücade etmiştir. Filhakika annenin dokuz ay karnında taşımasından sonrası her aile için de geçerli değildir. Ancak biz tüm söylenenleri doğruymuş gibi kabul edelim. Bu kabul üzerinden devam edecek olursak söylenecek ilk şeylerden biri kutsiyetin karşılıklı çıkarlar üzerinden var olup olamayacağıdır. Yani sebep olarak ailemizin bize verdiklerini gösteriyorsak, bu en yumuşak ifadeyle sağladığımız kazanç üzerinden borçlu olma durumumuzdur. Bu durumda oluşan kutsiyet bizim borçlanmamızdan başka bir şeyi ifade etmez. İçerisinde borç gibi mecburiyetlik ihtiva eden hiç bir kavram aynı zamanda da kutsal olarak kabul edilemez. Kutsallık bir alacak verecek meselesi olmayacağı için bu denli önem arz etmektedir. 

Günümüzde aile kavramının etkisinin git gide azaldığının farkındayım. Ancak hala bağ(ım)lılık insanların birey olmalarına engel olacak seviyede. İnananların kader, inanmayanların tesadüf olarak gördüğü bu karşılaşmalar bireyin birey olma yolundaki yolculuğuna bu denli etki yapması kabul edilebilir bir durum olamaz. Bu etkiyi kabul etmek daha en başından hayat yolculuğunu tesadüflere bağlamak anlamına gelir. Tesadüfler üzerinden de bir sorumluluk duygusuna kapılınılır. Annemden sorumluyum, babamdan sorumluyum, kardeşimden sorumluyum gibi. Ancak mesuliyet insanın kendi elinde olan, kendi seçimlerinin devamında ortaya çıkar sonuçlara karşı olabilir. Mesela bir anne ve bir babanın çocuklarına karşı sorumlulukları olduğu doğrudur. Çünkü çocuk yapmak bir seçimdir. Ancak çocuk için bir anne baba yapmak söz konusu değildir. Mecburiyettir. Bunun sorumluluğundan bahsetmek abes bir durumdur. 

Şimdi de ailenin kutsiyetinin gerçek sebebine bakalım. Bu bir çok toplumsal konuda olduğu gibi yine toplumsal baskıyla açıklanabilecek bir mecburiyettir aile kutsiyeti. İnsanın annesini babasını kardeşlerini sevmemesi toplum tarafından kem gözlerle karşılanır. Evlatlar hayırsızlıkla, ebeveynler kalpsizlikle suçlanır. Çevresindeki hemen hemen herkes ailesini çok sevdiğini, onlarsız yapamayacağını, bulunduğu konuma onlar sayesinde geldiğini söyler. Bu durum ister istemez her insanda bir ailecelik durumu ortaya çıkarır. Ailenin bu denli önemli olması toplumsal normlar dışında bir sebebe de bağlanabilir. Ancak günümüzde en öne çıkan sebep toplumsal baskıdır. Bir çok batı toplumunda aile ilişkileri anne-baba sorumlulukları dışında bir şeyi ifade etmiyor olması bu görüşü destekler niteliktedir. Peki aile kutsiyetinin ne gibi bir zararı olabilir? 

Aileye karşı hissedilen aidiyet, aileye beslenen kutsiyet anlayışından gelir. Bu aidiyet-kutsiyet inancı ülkemizde 50 yaşında çocukların olmasının başlıca sebebidir. Anne-baba fikirlerini, tavırlarını, zevklerini, inancını, politik görüşünü alıp kopyalamak zorunda kalan bireyler esasında birey değil bir tür klonlardır. Aileye duyulan kutsiyet sonucu hiç bir kararını kendi alıp kendi uygulamayan bu çocuklar annesiz babasız kaldığı ileriki yaşlarında girdiği anafordan kolay kolay çıkamaz. Bu kutsiyet anlayışı yüzünden insanlarımız kendi kararını kendi veremeyen, elini taşın altına koymaktan aciz, sorumluluktan kaçan bireyciklerden başka bir şey olamıyorlar. Düşünce üretemediğimiz gibi, nesillerce aktarılıp benimsenmiş olan düşüncelerde, kulaktan kulağa anlatıla anlatıla, yıpranıyor deforme oluyor. Üretemediğimiz gibi var olanı tüketmekten başka bir şey yapmıyoruz. 

Bir başka noktadan bakacak olursak aile kutsiyetinin, feodalitenin devam ettiği küçük bir parça olduğu görülecektir. Sırf bu yüzden en küçük işten en büyük işe varana kadar her yerde bir kan bağı torpili aranır. Bizim Hasanlar, köylüm Ayşeler, teyzem oğlu Ahmetler hak etmedikleri yerlerde hak etmedikleri işlere girerler. Bunu da hepimiz normal karşılarız. Hepimizin annesi babası bir tanıdıkları için bu tür "kıyak"lar yapmıştır, yapmaya da devam ediyorlar. Tek başına bu örnek bile aile kutsiyetinin ülkeye ne denli ekonomik zararlar verdiğinin aslında bir kanıtı. Bulunduğu iş poziyonunu haketmeyen çalışan hakadecek olandan daha kötü iş yapıp üretime daha az katkıda bulunacağından ve güzel ülkemde iş, hizmet ve üretim alanında genelde bu feodal düzlemde dağıtıldığından zararın önemi daha da artmaktadır. 

Yine bu kutsallığın zararlarından biri evrilmenin, değişimin bu yüzden yavaşlamasıdır. Bir  kaç nesil önce doğru kabul edilen yanlış bir olgu, eskilerin doğrularına duyulan kutsiyet yüzünden bugün hala kabul görebilmekte. Eskiden bir batılı doğuda işlenen töre cinayetini çok abes bir durum olarak görmüyordu. Bugün ise batılı için bunun yanlışlığı net bir şekilde ortadayken doğlu kardeşlerimizin bir çoğu bu cinayetleri hala sorgulanmaz doğrular olarak kabul etmekte. Batının doğudan daha önce bu cinayetlere reaksiyon göstermesinin sebebi, batıda aile büyüklerinin kutsiyetinin doğudakinden daha az olmasındandır. Peki batı coğrafyamızda bu kutsiyet-aidiyet olması gereken  seviyede mi? Tabi ki hayır. Sadece doğu coğrafyamızdan daha kabul edilebilir seviyede. 

Peki ne yapmalı? Ciddi bir okuma kampanyası devlet tarafından tertip edilmeli. Neden okumak? Okuyarak hiç tanımadığımız kültürümüzün tamamen farklı olduğu toplumsal normları farklı olan insanların hangi konuda nasıl düşündüğünü görme ihtimalimiz vardır. Böylece sadece eşimizin dostumuzun arkadaşımızın yani genel itibariyle istisnalar dışında bizim gibi düşünen insanların etkisinden kurtulma ihtimalimiz ortaya çıkar. Bu yeni düşünceler var olan eski düşüncelerimizi sorgulamamızı gerekli görürsek eskileri yenilerle yer değiştirmemezi ve bazen kaynaştırmamızı sağlayacaktır. Bu sayede çocuk ebeveynlerinden farklılaştıkca, bir birey olmanın tadına vardıkça, ailesine duyduğu kutsiyeti terk edecektir. Yine bunun için ülke sınırları sadece haritalarda kalmalı, vize gibi saçmalıkların bir an önce kalkması gerekmektedir. Bir Türkiyeli de bir Avrupalı Amerikalı ne kadar kolay gezebiliyorsa Dünyayı, o kadar kolay gezebilmeli. Her gencin yurt dışı deneyimi sağlaması devlet tarafından desteklenmeli. Yine bu sayede farklı kültürlerin tanınması aynı konuda bir başka coğrafyanın insanının senden ne kadar farklı düşündüğünü görmen sağlanabilir. Genç yaşta anne-baba figüründen uzaklaşmak, kendi ayakların üzerinde durabilmek, sorumluluğumuzu ebeveynden alıp kendimize vermek gibi eylemlerde bu kutsiyeti azaltıcı eylemlerdir.

Sonuç olarak aile kutsiyeti, hem bireylerin kendilerine hem de toplumun tümüne zarar vermektedir. Tabi ki aile içinde saygısızlık yapılmalı demiyorum. Her insana duyulacak saygıdan fazlasını göstermenin anlamsızlığını anlatıyorum. Bir anne çocuğunu sadece çocuğu olduğu için değil, sadece kendisinden bir parça olduğunu düşündüğü için egoistçe değil, karşısındakini bir birey olarak kabul edip, bireysel özelliklerinin kendisi için ne anlam ifade ettiğine bakarak sevmeli. Aynı şekilde bir çocuk babasına babası olduğu için değil, gerçekten saygı duyabileceği bir insan olduğu için saygı göstermeli. Sırf aile üyesi olduğu için, kader ve ya tesadüf ne derseniz diyin, bir insan için canını vermek en yuımuşak tabirle hamlıktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder