14 Kasım 2012 Çarşamba

Ölmek İçin Değil Yaşatmak İçin Açlık Grevi

65 gün. 65.gün.

Yazması kolay, söylemesi daha da kolay. Muhtemelen belli bir günden sonra aç kalması da kolay. Vücudun açlığı kabullenmesi, kendisini tüketmesi, bilincin azalması, duyuların körelmesi belki de kolaylaştırıyor aç kalmayı. Belki aç kalmak, belli bir süre sonra zorlamıyor da insanı, yaşamaya çalışmak, işte yaşamaya çalışmak zorluyor insanı.

Açlık grevine ölmek için değil, yaşamak için başlanır. Elinde kalan son direniş aygıtın, vücudunun kendisi, canının kendisidir. Çoğumuz hiçbir şey yapamadığımız günleri yaşamışızdır, saatlerce başımızı eğmiş, ellerimizin arasına almış, ne yapabiliriz diye düşünmüşüzdür de elimizden bir şey gelmeyince, korkarak, çekinerek, sinerek vazgeçmişizdir ideallerimizden, fikirlerimizden. Bir de vazgeçmeyenler var, yıllarca tutsaklığın baskısı altında kalmış, yıllarca başı elleri arasında dolaşmış olduğu halde, elimden bir şey gelmez, ben vereceğimi verdim, yapacağımı yaptım gerisi dışarıdakilere kalmış demeyenler var. İşte bu yürekli, bu yenilmek bilmez insanlar; yaşayabilmek ve yaşatabilmek için, ellerindeki son aracı yani bedenlerini yatırdılar direnişe. Bedenlerini yatırdılar gelebilecek güzel günlere. Ölmek için değil, yaşamak için; öldürmek için değil, yaşatmak için.

Açlık grevlerinin meşruluğunu tartışmak, ömrü hayatı boyunca ramazan ayı dışında 8-10 saatten fazla aç kalmamış insanların, hayatında bir kez bile bir tek şeye itiraz etmemiş insanların, polis barikatıyla karşılaşmamış, sesini özgürce yükseltememiş insanların yapacağı iş değildir. Açlık grevi kararını almamış insanların da yapacakları iş değildir. Açlık grevi insanın kendi bedeni üzerinden yaptığı pasif ama bir o kadar da etkili direniş yöntemidir. En önemlisi de ölmek için değil, daha iyi şartlarda yaşayabilmek için yapılan direniştir. Meşruluğu da burdan gelir. Yapılan açlık grevlerini; "biz de lüks araba, lüks ev istiyoruz diye açlık grevi yapalım, o zaman ne olacak" gibilerinden polemik yaratan üslupla, bol keseden atarak konuşmak ancak akli eksiklikle açıklanabilir. Üç öğünden fazla aç kalmamış insanların, açlık grevinden kilo vermek isteyen popüler kültür mağduru Nişantaşı kadınlarının rejimi gibi bahsetmesinden daha vahim çok az söylem bulunur. Açlık grevleri insanı yavaş yavaş kemiren, her gün, her saat, her dakika, her saniye kendisiyle mücadelesini gerektiren, her saniye kendisiyle mücadelesini kazanmak zorunda bırakan eylemlilik halidir. İnsanın kendisini yakarak, vurarak, boşluğa bırakarak öldürmesi bir anlık eylemin sonucuyken, açlık grevi her anın eylemidir. Bu sebepten dolayı bir davayı benimsememiş, bir ülküyü benimsememiş insanların açlık grevine başlaması, başladıysa bile sürdürmesi pek mümkün değildir. Yine aynı sebepten dolayı, binlerce insanın açlık grevine talimatla başladıklarını söylemek mümkün değildir. Cezaevlerinde yıllarını okuyarak, tartışarak, düşünerek geçirmiş binlerce insanın, çocukmuşçasına, kendi akılları, iradeleri yokmuşçasına talimatla hareket ettiklerini söylemek, en başta açlık grevinde olanlara büyük bir hakaret, eylemlilik süreçlerinde bulunan insanlara karşı yürütülen psikolojik bir saldırıdır. Bu saldırıyı yürütenlerin de insanlığından, vicdanından daha da önemlisi aklından şüphe etmek gerekir. İnsanların ölme ihtimaline sarılarak göbek atanların, on yıllarca daha sürecek bir savaş için kapıyı aramaları, kendi çocuklarının dahi ölümüne gidebilecek bir yolu açmalarını anlamak, anlayabilmek mümkün değildir.


Türkiye açlık grevleriyle imtihanında her zaman sınıfta kalmayı başarmış, bir türlü gerekli deneyimi öğrenememiştir. Nazım Hikmet'le başlayan süreç darbe sonrası ölümle sonuçlanan açlık grevleriyle devam etmiş, Mehmet Ağar'ın genelgesi ile 1996, F tipi cezaevleriyle de 2000 de can almaya devam etmiştir. Türkiye'de cezaevlerine yapılan operasyonlarda dahil olmak üzere 120'den fazla insan hayatını kaybetmiş, onlarcası da sakat kalmıştır. Türkiye ölüm oruçlarına da, açlık grevlerine maalesef alışık, alışık olduğu kadar da yabancıdır. Her dönemde açlık grevinin yapıldığı önce inkar edilmiş, sonrasında gerekli önlemler alınmamış, talepler dikkate değer görülmemiş ancak ölümlerden sonra adım atılması gündeme gelmiştir. Bugün de izlenen politika budur. Başbakan önce herkes her şeyi yiyor diye açıklama yaparken, bakanları açlık grevindekilerin sayısını vererek başbakanı yalancı çıkartıyor, bunun üzerine başbakan başka bir saldırı yöntemi geliştirirek, BDP'li vekillerin üç ay önce yaptıkları kuzu çevirmeye göndermede bulunarak, "bunlar dılarda koyun çeviriyor, içeride insanları aç bırakıyorlar" diyerek, açlık grevi eylemcilerini kandırılmışlıkla, BDP'lileri de vurdum duymazlık, sahtekarlıkla suçluyordu. Bu da yetmezmiş gibi gittiği her yerde idamın geri getirilebileceğinden bahsediyor, bir nevi açlık grevindekilere gözdağı veriyordu. Sanırım başbakan kendisini cezaevindekilerin başbakanı olarak görmüyor, sanırım başbakan, kendi düşüncelerini paylaşmayan herkesi, yenilmesi gerekenler olarak görüyor. Açlık grevindekiler ne istiyor, neden açlık grevindeler, açlık grevinin gerektirdiği gibi hizmet alabiliyorlar mı gibi konularda kafa yoracağına, açlık grevindekilerle savaşıyor, açlık grevindeki eylemcilerle gönül bağı olan bir partinin vekillerine şuursuzca saldırıyor. Böyle bir başbakanın olduğu memlekette, ölümün olmayacağı açlık grevi beklemek, maalesef pek kolay olmuyor, can kaybının olmayacağı umudu her geçen dakika azalıyor.

Yazıyı bitirmeden açlık grevindekilerin taleplerine değinmekte de fayda var. Her ne kadar bu taleplerden bihaber insanların var olmasını mümkün görmesem de, en azından bunu umuyor olsam da, tekrar etmekten zarar gelmez diyerek talepleri insanların yüzlerine haykırmaya devam edelim. Tabi hala bir yüzleri varsa. Nitekim oldukça basit, insan haklarını benimsemiş, demokrasiyi benimsemiş, cumhuriyeti benimsemiş her ülkede rahatlıkla var olması gereken taleplerin, ancak böyle bir direnişle hayata geçirilmeye çalışılması bile, bir ülkenin vatandaşları için yeterli utanç kaynağı olması gerekir. Neymiş bu talepler;
1-Apo'ya uygulanan tecridin kaldırılması. Yasaların herkese olduğu gibi Apo'ya da uygulanması, yasalar önünde herkesin eşitliğinin göz önünde bulundurulması.
2-Anadilde savunma ve eğitim. Görece demokrasinin var olduğu tüm toplumlarda çoktan hayata geçirilmiş, artık Avrupa için çoktan sıradanlaşmış, insanlara anasının ak sütü gibi helal insani bir hak.
Bu makul taleplerin bir an önce kabul edilmesi, gerekli düzenlemelere gidilmesi çok zor olmasa gerek. Koster bozuk demeyeceksiniz, Kürtçe savunma yapan tutukluların kullandığı dil için "bilinmeyen bir dil" demeyeceksiniz o kadar. Gerekli yasal düzenlemeler de zamanla yapılır. Ama haklar bir an önce iade edilmeli, gaspta ısrar edilmemelidir. Hükümetin atacağı her adım, hükümeti küçültmeyecek, aksine büyütecektir. İnsanlık onuru da bu makul taleplerin karşılanmasını gerektirir.

Açlık Grevi ve Ölüm Orucu Farkını Açıklamak İçin Dipnot: Açlık grevi ile ölüm orucu arasındaki temel fark, tüketilen besinler değil, eylemin gerektirdikleridir. Açlık grevinde uzlaşma yolu her zaman açıktır, ölüm orucu ise daha nettir. Ölüm orucu ya taleplerim karşılanır ya da ben ölürüm demektir. Ölüm orucundan bilinçli bir şekilde dönüş mümkün değildir, talepler karşılanana kadar ya da bilinçsiz hale düşüldükten sonra zorla beslenmeye kadar devam eder. Açlık grevi ise talepler karşılanmamış olsa ya da bir kısmı karşılanmış olsa dahi bitirilebilir, vazgeçilebilir. Yoksa her ikisinde de kullanılan temel maddeler, su-şeker-tuz ve b1 vitaminidir.

Açlık Grevinde Kimse Ölmüyor Diyenler İçin Dipnot: Cengiz Soydaş, Adil Kaplan, Bülent Çoban, Gülsuman Duman Dönmez, Tuncay Günel, Nergiz Gülmez, Fatma Ersoy, Celal Alpay, Abdullah Bozdağ, Erol Evci, Murat Çoban, Canan Kulaksız, Sedat Gürsel Akmaz, Ender Can Yıldız, Sibel Sürücü, Hatice Yürekli, Şenay Hanoğlu, Sedat Karakurt, Erdoğan Güler, Fatma Hülya Tümgan, Hüseyin Kayacı, Cafer Tayyar Bektaş, Uğur Türkmen, Veli Güneş, Aysun Bozdoğan, Zehra Kulaksız, Mahmut Gökhan Özocak, Ali Koç, Sevgi Erdoğan, Muharrem Horoz, Osman Osmanağaoğlu, Hülya Şimşek, Gülay Kavak, Ümüş Şahingöz, İbrahim Erler, Abdulbari Yusufoğlu, Zeynep Arıkan, Ali Rıza Demir, Ayşe Baştimur, Özlem Durakcan, Ali Ekber Barış, Tülay Korkmaz, Ali Çamyar, Zeynel Karataş, Lale Çolak, Yusuf Kutlu, Yeter Güzel, Doğan Tokmak, Tuncay Yıldırım, Aygün Uğur, Altan Berdan Kerimgiller, İlginç Özkeskin, Hüseyin Demircioğlu, Ali Ayata, Müjdat Yanat, Ayçe İdil Erkmen, Yemliha Kaya, Hayati Can, Orhan Keskin, Cemal Arat...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder