1 Aralık 2015 Salı

Ayık Rahatsızlık Notları

Merhaba Can'lar.

Alternatif rahatsızlık belirtileri;

a) +Rahatsız mısın?
-Elhamdûlillah.

b) +Rahatsız mısın?
-Absolutely.

a) "Can'cığım bunları sana yakıştıramıyorum yavrum"culuklarla başım bir hayli dertte. Sanıyorum, pek çokları gibi, ciddi bir sahtekarlığa bulanmış durumdayım. Kişinin kendisine yabancılaşması ile zaten handiyse kaçınılmaz olan, ambalajın bunca önemsendiği bir zamanda da kişinin kendisinden kopuşunun arzulanır hale bürünmesiyle de meşru ve hatta zaruri bir riya bu. Kim olduğumuzla, kim olmak istediğimizle ilgilenilmiyor artık; mesele, ne gibi olduğumuz. Uzun uzun sevişeceğimiz, uzun uzun sövüşeceğimiz, ağır ağır, tadını çıkarta çıkarta tüketeceğimiz kişiler değiliz artık(tüketmemeyi öğrendiniz de, ben mi tüketimin hızına takılıp kaldım, hıh). Hemen hemen her tüketim ürünümüz gibi ilişkisel tüketimlerimiz de hazır, dondurulmuş, ısıt-tüket-at formunda. Haliyle kim olduğunuzun bir önemi yok, zira kimse(kimseden bahsetmek mümkünse), kim olduğunuzla ilgilenebilecek kadar sizinle olmayacak, Bireyin, bir başka bireydeki basit görüntüsü, bir küçük insanın çöp-insan çizimindeki kadar(anca bu kadar) karakteristik görüntüsü, bir başka bireyin, bireyi tanımlaması, bireyden sağlayacağı faydayı alması için yeterli. Ne var ki klasik marjinal faydanın süreğen tatminsizleşmeyi gösterir eğrisi bu civarda bir sorunun da habercisi. Herhangi bir dondurulmuş ürün aldığınızda, dondurulmuş ürünün size verebileceği her şeyin önceden farkındasınızdır. Ve ürünün muhtevası(muhteveya ürün tezgaha düşene kadar olan her aşama dahil) değil, paketin kendisi önem arz eder. Paketi var eden içeriğin hangi şartlarda, hangi emeğin ikamesiyle, ne gibi süreçlerden geçerek önümüze getirildiğiyle ilgilenmeyiz. Orada bir paket ürün vardır ve sanki az önce ağaç dalından koparılmış gibi bir muamele görür. Kişi tükettiğine yabancılaşmıştır. Ürünü yersin, yaşamsal fonksiyonların için önemli kabul edilen maddeleri alırsın, bir kısmını sıçarsın ve yarın tekrar aynı ürünü, aynı yerden, aynı duygusuzlukla almak için çalışır, para kazanır ve sıraya girersin. Buraya kadar sorun yok(dağ gibi sorun var tabi. Ama bunu sorunsuzluk olarak kabul edene de ne diyelim? Mahmut mu diyelim?) diyebiliriz. Vallahi de billahi de bunu yapabiliriz. Sizi kırmam, bilirsiniz. Ama siz de can'larım, bu noktadan sonra, modern bireyin tatminsizliğinden, bireyin toplumlaştığından, bir de üstüne üstlük insanın kendisine yakışanı giymesi gerektiğinden ve bu gerekliliğin dertlerinden, burjuvazinin medeni buhranlarından nasıl da muzdarip olduğunuzdan bahsetmeyiverin. Sikerler, ne bekliyordun?

b) "Can'cığım bunları sana yakıştıramıyorum yavrum"culuklarla başım bir hayli dertte. Pardon bayım, sizin yakıştırmalarınıza göre bir "ben" inşa etmem gerekliliğini gözden kaçırıvermişim. Affedecek misiniz beni? Daha da doğrusu affedebilecek misiniz? Ancak artık beni affedemezsiniz. Bir masayı bir vazoyu affetmeye benzerdi doğrusu bu. Peki ne yapalım? Belki penisime yakışmıştır(gülelim mi bu yapacak bir şey bulamayınca penisini avuçlayan erkek tiplemesine?). Bakmak ister misiniz? Sikerler efendim, yakışanı da, yakıştırdığınızı da. Siktiriniz pek düzenli olarak, evet evet, siktiriniz. Sağda solda ikon-köle görmeye bu kadar arzuluysanız, siktiriniz efendim. Sizden hoş, sizden daha hoş kim ikon-köle olabilir? Olmaz. Birilerini bir kategoriye dahil etmiş ve kategorinin sert tanımlanışına bu birilerinin görüntüsünü hapsetmiş olabilirsiniz. Bu pek az dahil edileni, neredeyse tamamen dahil edeni ilgilendirir. Sizinle ilgili olanla da siz alakadar olunuz. Kendi hoşnutsuzluklarınızı, olmamışlıklarınızı, arzularınızı, fantezilerinizi, kıskançlıklarınızı başkalarına boca etmeyiniz. "Yoksa sizi hırpalarım. Öyle kalemle de yapmam bu işi Orhan Pamuk gibi, gerçekten hırpalarım."

Bölüm dipnotu: Yok lan öyle "yakışmıyor sana bunlar" diyen birileri. Kıyıda köşede kalmaktan şizofreniye bağladım. Kendimden kıymetlilik devşiriyorum.

a) Hayvan barınaklarıyla derdim var. Hayvan barınakları insan dışındaki hayvanların rahatlıkları için değil, insanın rahatı için inşa edilir. İnsanın dışında kalan hayvanlar için bir toplama kampıdır. Hayvanlar tutuklanır, içeriye atılır ve kimi yerlerde kısa bir süre içerisinde öldürülürken kimi yerlerde de çabuk ölmesi için gereken tüm koşullar hazırlanır. Tüm bunlardan sağ kurtulmayı başarmış(kurtulmak denirse) olan bir kaç sözüm ona "şanslı" olanı da sıcak bir eve sahip olanlarca "sahip"lenilir. Evet, "sahip"lenilir. Eve sahip olduğumuz manada sahiplenilir. Ahahah; şansa bak. Ölümle korkutup sıtmaya razı etmek mi desek, daha da ileriye gidip, sıtmayla korkutup yavaş ve sancılı bir ölümün arzulanışına ikna etmek mi desek? Ne yapalım? Barınakları yıkalım da insanlar geç vakti sarhoş sarhoş evlerine dönerken köpek saldırısına mı maruz kalsınlar? Hem bu kadar barınak hayvanı yiyecek aşı, sosyalleşecek alanı nereden bulacaklar? En iyisi barınaklar ayakta kalsın, arada sırada biz onlara kulübe yapalım, veterinerler üretip sağlıklarıyla ilgilenelim, mama götürelim ki mama üreticileri de para kazansın, mama üreticileri para kazansın ki, daha fazla sokak hayvanı üretim çiftlikleri kurulabilsin, ticaret sürsün, böylece sokak hayvanları daim olsun, barınaklar kalsın, tartışma sürsün. Sonra? Sonra ben ölüyorum işte. Artık gerisini benden sonrakiler düşünür, ben tatminime baktım. Orgazm? Mümkün mü?

b) Hayvan barınaklarıyla derdim var. Barınaklarda hayvanlar neden kafeslerin içerisinde, duvarların ardında tutuluyor? Hayvanları korumak istediğimiz birileri mi var dışarıda? Kaçıyorlardır garanti bunlar. Arzuluyor olsalar bulundukları yeri ne kafese gerek var ne de duvara. Esasında bunun daha anlaşılır olanı insanların kafes içerisinde bulunması olurdu. Büyük bir alanda "özgürce" takılan hayvanlara yardımcı olmak isteyenlerin kafesli araçlarla bu işi eda etmesi birazcık daha mantıklı. Birazcık daha mantıklı dedik, doğru demedik, saldırma hemen. Yoksa ne alanı, ne yardımı ahmak herif. Kır bacağını otur evinde. Bir bok becerdiğin yok, en azından gölge etme. Yok ama, illa yardım edecek, lütfedecek, verecek. Kolay mı vermeden, lütfetmeden, zekatını, sadakasını eksik ederek yaşamak? "Ama bunlar sokakta yaşayamaz?" Sokağını sikeyim o zaman. Git doğru düzgün, insanca-insana göre olmayan, üzerindeki tüm canlılara saygılı, neredeyse tüm türlere eşit mesafede durabilen bir sokak inşa et. Çalış lan en azından. Pezevenk misin? Hem işin ticaretine katkıda bulun, hem sokağın halı hazırda kurgusuna katıl, hem insana köle soyların üretimine ortak ol, sonra da; "sokakta yaşayamaz bunlar" de. Senin yüzünden sokakta yaşayamıyor zaten. Senin yüzünden bir sokak var, senin yüzünden böyle bir sokak var, senin yüzünden bir sokak-hayvanı kavramı var. Şimdi burjuva endişelerini de alıp şu köşede dök varlığının derinliklerinden gelmeyen yaşlarını.

Bölüm dipnotu: Barınaklar yine de kalsın abi. Analarını-babalarını sikelim bunların.(Böyle analı-babalı yazınca sorun kalmadı değil mi gezizekalı? kafa bu kadar.)

a) Cumhurbaşkanına, başbakana hakaret davaları aldı başını gidiyor. Hakaretlerinizden tek tek öperdim ama hakaret yok ki ortada öpeyim. Sıradan yurttaş cumhurbaşkanına hakaret edemez. Etmez ya da etmemeli değil, edemez. Hakaret kurgusu gereği hiyerarşik bir yöne ihtiyaç duyar. Ne demek istiyoruz? Acele etme yavrum, anlatıyorum işte. Hakaret etmek, ancak hakir/hor görmenin mümkünlüğü ve bu hor görüşün, hor görülende bulacağı karşılık ile mümkün olabilir. Bir saksının beni hor göremeyeceğini bildiğim gibi bir salatalığın ya da bir güvercinin de beni hor göremeyeceğini biliyorum(Evet, biraz iddialı oldu bu. Ben de sevmedim). Nereden biliyorum? Sosyal statünün asimetrik basamaklarında çene çalarkene daha üst bir konumu işgal ettiğimi fark ediyor olmamdan biliyorum. Dolayısıyla güvercinin bana şakıması hakaret içermez, ancak ben bir güvercine binlerce hakaret fırlatabilirim. Benzer bir durum cumhurbaşkanı ile sıradan yurttaş arasında da var. Cumhurbaşkanın egemenlikten aldığı pay, aramızdaki asimetrik konumlanış; ancak ve ancak cumhurbaşkanının bana hakaretini mümkün kılar. Cumhurbaşkanına hakaret, ancak, statü puanlarını birleştirenlerin topluca, sistemli bir söylemiyle mümkün olabilir. Öyle şu insan minicik köşesinde şunu söylemiş, beriki yirmi kişiye verdiği konferansta bunu demiş ile olmaz bu işler. Bu benim sokaktaki güvercinden işkillenip kafayı çakmama hak yol demem gibi bir şey. Olur mu lan böyle şey? Ayrıca bizim buralarda göte göt derler demeden de edemeyeceğim. Kandırdım; bizim buralarda göte göt diyebilecek göte sahip kimse yok.

b) Cumhurbaşkanına, başbakana hakaret davaları aldı başını gidiyor. Koca koca adamlar(kadını az bunların. kadının kadını az ya hu) ne diye bunlarla uğraşırlar? Sikeyim hepsini. Bugün ne de çok sikiyorsunuz efendim? Öyle denk geliyor azizim, takılma sen bunlara. Partinizin karizma liderisiniz. Partiniz neredeyse parti-devlet. Haliyle neredeyse siz "tek adam"sınız. Nedir bu hınçla saldırının nedeni? Çocukluğunuzdan kalma bir travma mı? Hala hakim olunmamış küçücük adacıklara da mı göz diktiniz? Bir bırakın ya hu, bırakın da şu çocuklar biraz nefes alsınlar ha? Ne dersiniz? Tabii ki hayır diyeceksiniz. Çünkü size atılan bir taş ne kadar ufak olursa olsun otoritenizin mutlak olmadığını görünür kılınıyor, mutlak olsaydı, taş atılabilir olmayacaktı. Her defasında bu hatırlatma rahatsız ediyor sizi, öfkelendiriyor. Kazandığınız davalar dahi öfkenizi dindirmiyor. Bu halde "korkma, titre Yezid".

Bölüm dipnotu: F. A. ben miyim?

Metnin şarkı önerisi; Asian Dub Foundation-Buzzin
Metnin şarkı önerisi: Belvaux, Bonzel&Poelvoorde-C'est arrivé prés de chez vous

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder