20 Haziran 2011 Pazartesi

RENKLER VE ZEVKLERİN TARTIŞILMAZLIĞI

Biz hemen hemen her kavramı yanlış anlayabilme kabiliyetine mazhar bir toplumuz. Bu konuda yeteneklerimiz sınır tanımıyor, hangi çılgın bize zincir vuracakmış, şaşıyoruz. 2000'li yılların gelişiyle beraber Türkiye halkı modern insan anlayışına kavuşmaya başladığından beri, insanların düşüncelerine, zevklerine karşı oluşturduğumuz bir saygı anlayışı zuhur etti. Kimilerine göre "görecelilik", kimilerine göre "renkler ve zevkler tartışılmaz" anlayışından ibaret bu fikirlere, beğenilere saygı gösterisi, bir düşüncesizlik sirkine dönüşmeye başladı.Yakında ben çocuklarla seks yapmaktan hoşlanıyorum diyen bir pedofiliye de "zevkler ve renkler tartışılmaz" denilmeye başlanırsa pek şaşırmayacam.

Renklerin, zevklerin, beğenilerin tartışalabilir olmasının nedeni, tüm bunların; yaşanılan çevre, toplumsal baskı, kültürel seviye, bilinç gibi etkenlerle şekilleniyor olmasından kaynaklanır. Edebiyat, bilim, müzik, felsefe, siyaset, sinema gibi insanı insan yapan tüm konulardaki beğenilerimiz, zevklerimiz, fikirlerimiz bu etkenlerden nasibini alır.

Bunun en büyük kanıtlarından biri olarak bu ülkenin en çok okunan gazetesi "Posta" örnek olarak verilebilir. Bu ülkenin en çok okunan gazetesinin "Posta" olması, bu toplumun her aklı başında bireyi tarafından rahatsızlıkla karşılan bir durum olması gerekir. Bu konuya "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" düsturuyla bakılamaz. Ortada bir kültür sorunu olduğu su götürmez bir gerçekliktir.

Aynı şekilde müzik, sinema, edebiyat konularına tek tek eğilelim. Bu ülkenin en çok dinlenilen insanlarının Serdar Ortaç, İsmail YK, Hande Yener gibi isimler olması kültürel bir yozlaşmanın ürünü değil midir? Bu isimleri dinleyen, beğenen kaç tane entellektüel, aydın gösterilebilir? Demek ki müzil beğenisi, bir kültürel birikim meselesidir. Tabi ki klasik müzikten haz aldığını zanneden, klasik müziği zenginlerin tekelinde gören, eş-dost salonda görsün maksadıyla operalarda fink atanlardan bahsetmiyorum. Bahsettiğim müziği gerçekten ruhuyla hisseden, hissetmek isteyen, ona uzanıp dokunabilen aydınların, entellektüellerin beğenisi. Aynı şey edebiyatta da kendisini gösterir. Çok satanlar lisetesinde sıkça yer edinen yazarların tek derdi popüler kültürün sırtına binip, halkın cebinden bir şeyler tırtıklamaktan ibarettir. Halkın kültürel yozlaşmasıyla, bilinçsiz okuyuculuğuyla beslenip, halkın şerbetine göre yazınlar ortaya çıkarır. Halkın aydınlanmasıyla değil, kasasının büyümesiyle ilgilenir. Kaliteli yazarlar, gerçek aydınlar ise 3-5 yılda bir iki bin adetlik bir baskı yapıyorlarsa kendilerini şanslı görürler. Sinema bundan çok mu uzaktadır peki? Tabi ki, hayır. Hollywood'un çerezlik filmleri, sanki yüzyılın eseriymişçesine gişe yaparken, bağımsız sinemanın örnekleri, avrupa sinemasının önde gelen başyapıtları, uzakdoğu sinemasının düşük bütçeli ama görkemli eserleri, seyirciyi kendisine çekmeyi başaramaz. Hala renklerin ve zevklerin tartışılamayacağı söylenebilir mi? Renkler ve zevkler kültürel yozlaşmayla, bilinçsiz seçimlerle şekilleniyorsa, beğenilerin tartışılamazlığı bir insanlık suçu değil midir?

Beğeni dağarcığımız o kadar küçülmüş durumda ki, kötü müzik, kötü edebiyat, kötü sinemayla beğeni haznemiz doluveriyor. Ve iyi müzik, iyi edebiyat, iyi sinema bizim için o kadar büyük ki, beğeni haznemiz bunu kabul etmiyor. Çoğumuz iyi sanatı anlayamıyor, ve uzanılamayan ciğer misali "tü, kaka" diyiveriyoruz. Sanat artık halkın çoğunluğunun dalga geçmek için kullandığı bir araç haline gelirken, sanattan anladığını düşünen iki yüzlülerin de, birbirine hava atma aracı haline dönüşüyor. Nasıl ki bir insan iyi beslenmediği zaman fiziksel olarak sağlıksız bir duruma düşüyorsa, sanatla, fikirle de iyi beslenmediği zaman ruhu sağlıksız duruma düşer. Sağlıksız bir ruha sahip insandan, sağlıklı kararlar ve sağlıklı adımlar beklemek, hayalcilikten öteye geçmez.

Ben bunu herkes Çaykovski'yi sevmeli, ya da herkes Emir Kusturica'yı sevmeli, Sartre okuyup beğenmeli diyerek yazmıyorum. Ancak, Çaykovski'yi sevmeyip Mozart'ı sevebilmeli, Kusturica'yı sevmiyorsa, Jarmusch'u sevebilmeli, Sartre'yi beğenmeyen Kafka'dan haz alabilmeli. Çaykovski'nin sevilmediği bir bünye Serdar Ortaç'tan zevk alıyorsa, Kusturica'yı beğenmeyen biri, Çağan Irmak'a tapıyorsa, Sartre'nin yazdıklarına paçavradan ibaret diyip Elif Şafak'ı göklere çıkarıyorsa, burda kültürel bir yozlaşma, toplumsal bir problem var demektir. Buna saygı gösteriyorum diyerek, "renkler ve zevkler tartışılmaz" demek bir nevi insanlığa ihanettir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder