12 Kasım 2011 Cumartesi

Laiklik ve Bir Tanrı Figürü Olarak Mustafa Kemal Atatürk


Kemalistlerin, ulusalcıların, sosyal demokrat olduğunu iddia edenlerin diline pelesenk olmuş; devletin kurucu partisi CHP'nin  altı okundan, dolayısıyla anayasal ilkelerimizden de biridir laiklik. Peki nedir laiklik? Neyi kapsar, neyi kapsamaz? Dinobur bir canavar mıdır, yoksa her türlü özgür düşüncenin, inancın filizlenip yeşermesini, hatta bir ormana dönüşebilmesi için gereken ortamı sağlayan bir koruyucu mudur? 

Laikliğin tanımını yapmadan önce, üzerinde uzlaşılmış bir laiklik tanımı olmadığını kabul etmemizde fayda var. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, laikliği daha iyi bildiğini düşünen bir kaç kişi, yapılacak laiklik tanımına itirazlarda bulunabilir. Hepimiz ilkokul sıralarından öğrendiğimiz bir laiklik tanımını hatırlarız; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması. Mustafa Kemal Atatürk buna ek olarak; laikliğin sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak değil, aynı zamanda, tüm insanların, dini ve vicdani özgürlüklerinin, garanti altına alınması anlamında da var olması gerektiğini söyler. Yani laiklik, devletin; dinin güdümünde bir kurum olmasının önüne geçmek için var olması gereken bir ilke olduğu gibi, insanların dini özgürlüklerini de koruma altına almak için var olması gereken bir ilkedir. 

Ancak, laikliği, sadece dine bağlayarak açıklamak yerine, daha da geniş bir anlam içerisine sokan tanımlar da vardır. Kadir Cangızbay'ın laiklik tanımına bakalım;

"laikliğin derdi, ne şu kültle(tapınıyla), ne bu kültle, ne de kültlerin kendisiyle değil, herhangi bir kült adına insanların zapturapt altına alınmasıyla/alınmak istenmesiyledir: hem de bu kült ister dinsel olsun, isterse de profan (ladini/din dışı)"

Kadir Cangızbay laikliği açık bir şekilde, sadece dini bir siyasi-hukuki mesele olarak görmeyip, aynı zamanda din dışı kültlerin de dayatılmasına bir karşı çıkış olarak görmektedir. Benim de laiklikten anladığım tam olarak budur. Yani, dini, din dışı, ve ya dinsizlik olarak adlandırılabilecek her türlü kültün, insanlara dayatılmasına karşı bir vicdani ve fikri özgürlük ortamı oluşturulmasının adıdır laiklik. Şimdi, bu laiklik tanımından yola çıkarak, cumhuriyetimizin laiklik anlayışına, ya da bir diğer deyişle, kemalist laikliğe bir bakalım. Hakan Mertcan, kemalist laiklik anlayışını şu sözlerle açıklar;

"Kemalizm'in, laiklik anlayışı, söylemsel olarak, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve din ve inanç özgürlüğünün güvence altına alınması olarak ortaya konulmaktadır." 

Ancak kemalist cumhuriyet yönetimi, din ve devlet işlerini birbirinden ayırırken, dini uygulamaları bir kenara bırakmamış, gerektiği zaman kullanabilecekleri, gerektiği zaman insanları yönlendirebilecekleri, güdebilecekleri bir meşrulaştırma aracı olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Saltanatın ve halifeliğin kaldırılması, yeni alfabenin kabulü ve cumhuriyetin ilanı gibi laiklik için gerekli olduğu varsayılan inkilaplardan sonra, gerçek bir cumhuriyete geçişin uzaması, laikliğin belli bir temele oturmasını engellemiştir. CHP'nin altı okunun anayasal birer ilke haline gelmesinden sonra, her Türkiye gencinin nasıl düşünmesi, nasıl üretmesi, nasıl yaşaması gerektiği de tanımlanmış, adeta Türkiye isimli fabrikadan çıkacak, aynı ürünler olmamız beklenmiştir. 

Geleneksel kıyafetlerin gericilik olduğu, halk müziğinin hor görüldüğü, eski alfabenin, dolayısıyla tüm kültürümüzün, entelektüel birikimimizin, aklımızın ve bilgimizin çöpe atıldığı, halkın bizzat devlet eliyle aptallaşmaya, devletin tek tipçi eğitimine zorla tabi olmaya itildiği bir ortam yaratılmış, tüm bunlar yetmezmiş gibi, koskoca bir halk yok sayılarak, Mustafa Kemal Atatürk tek adamdan da öte bir tanrı olarak kabul ettirilmek istenmiştir. Hem anayasal bir ilke olarak laikliği savunmak, hem de tüm bunları yapabilmek akıl almaz bir çelişkiden başka bir şey değildir. Laikliğin bu denli savunulduğu bir dönemde, kemalistlerin, yaratmış olduğu Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamak için, bir kaç örneğe bakalım;

Seyfi Öngider, Kuruluş ve Kurucu'da aktarıyor;

"Tek Adam olmaktan da öteye gidecek, kurduğu devletin tanımı bile Devlet, Atası etrafında toplanmış millettir diye yapılacaktır."

İlhami Bekir Tez 'Mustafa Kemal' isimli şiirinde;

"İlk adam/ Mavi gözlerle/ Baktı toprağa/ Toprağın haritasını çizdi bayrağa/ Allah değil/ O yazdı/ Alın yazımızı"

Neyzen Tevfik;

"'Tanrı ölmez', o dilerse görünür bir müddet,
kaybolunca onu bulur her millet..."

Aka Gündüz;

"Atatürk'ün tapkınıyız. Her şey O'dur. Her yerde O var. Her gökte O eser. Her enginde O çağlar. Biz O'yuz. Her şeyde Atatürk, yerde O... Gökte O... Denizde O... Var da O...  Yok da O... Her şeyde O. Görünmezi görür. Bilinmezi bilir. Duyulmazı duyar. Sezilmezi sezer, ezilmezi ezer. Varsın! Teksin! Yaratansın!"

Yusuf Ziya Ortaç;
"Yoktan var ediyordu tanrı gibi her şeyi"

Behçet Kemal;

"Kaç yıldır Türkçe'ydi Tanrı'nın dili
İnsana ne ilah ne de sevgili
Ne de ana-baba aratıyordu
Her an yaratıyor, yaratıyordu."

Kemalettin Kamu;

"Ne örümcek, ne yosun
Ne mûcize, ne füsun...
Kâbe Arab'ın olsun
Çankaya bize yeter."

Vasfi Mahir Kocatürk;

"Peygamber, tanrısına duymadı bu hasreti
Vermedi bu kudreti tanrı, peygamberine."

Faruk Nafiz Çamlıbel;

"On milyon bel, iki kat olmuşken eğilmeden
O'nda on beş milyonun boyu birden uzaldı.
Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden
Taptığımız ne varsa, hepsi ondan şekil aldı."

Örnekleri istediğimiz kadar uzatabiliriz. Ancak buna ne gazete sayfaları, ne de dergi sayfaları yeter. Bu kadar örnek bile kemalist yönetimin, bir yandan laikliği savunurken, bir yandan da laikliğin tam karşıtı bir kültü, profan bir kültü ortaya koyuyor olduğunu, bir halkı, bir nesli şekillendirme işini kendine görev edindiğini anlamaya ve anlatmaya yeterli olacaktır.  

Sonuç itibariyle, her ne kadar 1937 yılında anayasal bir ilke haline gelmişte olsa laiklik, bu ülkede hiçbir zamanyerleşmiş bir ilke olarak savunulamadı, hiçbir zaman geniş kitlelere yayılamadı. Bizzat kemalist kadrolar, oluşturdukları kültlerle, yaptıkları baskılamalarla, laikliğin önüne setler, barajlar çektiler. Şimdi de aynı kemalist kesimin muhtemelen daha az okumuş çocukları, torunları, laikliğin savunucuları oldukları iddiasıyla, dindarlara saldırmakta, dindarlığı, laikliğin düşmanı zannetmekteler. Aynı kemalist-ulusalcı kesimler laikliğin elden gideceğini, hatta gitmekte olduğunu söylemekteler. Farkında olmadıkları şey ise oldukça basit; "Bu topraklara laiklik hiç uğramadı ki, şimdi elden gitsin."

4 yorum:

  1. s.a hocam malum sitede paylaşmışsın konuyu. ellerine sağlık ancak seni birkaç kişi dışında malesef kimse anlamayacak. siteni sık kullanılarlara ekledim takipçinim dostum ;)

    YanıtlaSil
  2. birkaç kişi de anlasa yeterli hocam. sağolasın.

    YanıtlaSil
  3. sayın bibulousbastard, milletimizin tabusu olan çok hassas bir konuya değinmişsiniz.yazılarınızın bir kısmını okudum sanırım sosyalist bir düşünceye sahipsiniz ve siz bir sosyalist olarak sosyalistlerin oluşturduğu stalin tabusuna karşı da bir yazınızı bekliyoruz.ayrıca da yazınızı çok beğendim takipçinizim artık.

    YanıtlaSil
  4. evet, kendimi sosyalist olarak görüyorum, ancak ne kadar sosyalist olabilmişimdir, orası tartışılır.

    stalin ile alakalı yazmak isterim, yazacağım da, ancak bunun için, kapsamlı bir okuma içerisine girmem gerekiyor. bu da haliyle oldukça uzun bir zamanımı alacaktır.

    güzel yorumunuz için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil