27 Kasım 2011 Pazar

Türkiye Devleti'nin Kardeşlik Söylemi ve Samimiyet

Yıllardır dinler dururuz devletin ileri gelenlerinden; "Türk, Kürt kardeştir, bölücüler kalleştir", "Et ve tırnak gibiyiz", "Vatanın bölünmez bütünlüğü" gibi söylemleri. Ancak bu söylemler inandırıcılıktan ve samimiyetten nasibini almamış, toplumun gazını almaya yönelik söylemlerden ibarettir. Türk ve Kürt ancak ve ancak bir Kürt, Türk olduğunu söyledikten sonra kardeş olabilir. Anayasamız bile Kürt'e Türk olduğunu söyler. Kürtler'in kart kurt seslerinden çıktığı, Kürtçe'nin bir dil olmadığı, Kürtler'in dağda yaşayan Türkler olduğu ve zamanla Farslar ve Araplarla yakın ilişkiler kurmaları sonucunda dillerini unuttukları ve Türklük'ten uzaklaştıkları gibi, devletin yok sayıcı iddialarına girmenin, bunları tek tek açıklamanın günümüzde laf-ı güzaf olduğuna inanıyorum. Zira artık devlet Kürt'ün ve Kürtçe'nin varlığını resmi olarak kabul etmiş vaziyette. Gerçi Lozan'da da kabul edip, daha sonra bunun aksini desteklercesine bazı eylem ve tutum içerisine girmiş olsa da, biz yine de bugün ihtiyatlı olmakla birlikte devletin bu söylemine güvenmeye çalışalım.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri, Türk ve Kürt'ün kardeşlik söylemi, bir üvey kardeşlik söyleminden ibarettir. Türkler, bu memleketin, öz evladı, Kürtler ise cami avlusunda bulunup, eve alınmış üvey küçük kardeştir. Devletin ilk yıllarından beri, süregelen bu dışlanmışlık, bu aşağılayıcılık, yasaklamalar, işkenceler; reaksiyonel bir direnişe dönüşünce de, bu sefer Kürtler, terörist, bölücü, vatan haini oluvermişlerdir.

Kıbrıslı Türkler, Iraklı Kürtler'in yaşadıklarının on binde, yüz binde birini yaşamış olmasına rağmen, Kıbrıs'a operasyon düzenleyen Türkiye; Irak'da yapılan Kürt katliamına, Halepçe Katliamına, cılız birkaç ses çıkartmak dışında hiçbir şey yapmamıştır. Bu birkaç cılız seste, Saddam Hüseyin'in, "bir daha teröristlere karşı yapacağınız operasyonlarda yardım etmem, sesinizi kesin" söyleminden sonra tamamen kesilmiştir. Bu ikircikli yaklaşımın varlığında, devletin resmi görüşünde Kürt ve Türk halklarının kardeşliğinden söz edilebilir mi? Eğer bu kardeşlik varsa, Kürtler'in maruz kaldığı katliama Türkiye nasıl sırtını çevirebilmiştir? 450bin insanın sınırda yığılmasının ardından bunların elli bininin içeriye alınması nasıl açıklanabilir? Bulgaristan zulmünden sonra gelen Türkler için, "Kapımız, hepinize açık", "Türkiye zengin ve güçlü bir ülke, milyonlarcanıza bakarız", "Soydaşlarımız geliyor" diyen medya grubu, nasıl oluyor da Kürt sığınmacılar için, "Türkiye ağır masraf altına girdi", "Kürt sığınmacılar bir an önce ülkeden gönderilmeli", "Kürtler'in bakımı için batıdan para talep edilmeli" gibi söylemler içerisine girebilmektedirler. Bunun Türk ve Kürt halklarının kardeşliğiyle açıklanabilir bir tarafı var mıdır? Bulgaristan'dan gelen Türkler için, tüm gücüyle uğraşan devlet, Irak'dan gelen Kürtler için neden aynı tavrı sergileyememiştir? Bulgaristan'dan gelen Türkler, Türkiye'deki akrabalarının yanına yerleştirilebiliyorken, Irak'dan gelen Kürtler, neden Türkiye'deki akrabalarının yanına yerleştirilmemiştir? Hani kardeşlik, hani et ve tırnağın ayrılmazlığı?

Kürtler sadece Türkler'den değil, tüm batı dünyasından ve islam dünyasından da, destek görmemişlerdir. Halepçe'ye atılan, kimyasal bombalardan sadece iki gün sonra düzenlenen İslam Konferansı; katliam karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir. Nufusunun büyük bir çoğunluğu müslüman olan(kaldı ki, insanlık dışı bir olayı islam konferansının kınaması, yaptırımlar uygulaması için, din birliğinin gerek olmadığını hepimiz kabul ederiz sanırım) Kürt halkı bu zulme karşı neden desteksiz bırakılmış, neden savunulmamıştır? İslam Konferansı'nın bu davranışının islamiyetle nasıl bir alakası olabilir? İslamcıların İran-Irak savaşı sonrasında, genellikle Filistin halkı için düzenlenen ancak kimi zaman Halepçe protestolarının da yaşandığı mitinglerde, Kürtçe sloganlara verdikleri tepkilerin nedeni nedir? Halkı Kürt, dili Kürtçe olan bir halkla dayanışmak için Kürtçe slogan atanlara, tepki gösteren islamcıların, islamcılıkla nasıl bir alakası olabilir? Her fırsatta Filistin için miting düzenleyen, uluslarası örgütlere konuyu taşımaya çalışan islam ülkeleri, Kürtler'in hakkını savunmaktan bu kadar aciz olabilirler mi?

Katliam sırasında ses çıkarmak, ekonomik ve politik çıkarları, insanlığın önüne koymamak, her devletin harcı değildir. Bunu dünyanın diğer devletlerinin, hatta ve hatta, sosyalist devletlerin dahi tutumunda görmemiz mümkün. Ancak en azından, katliam sonrası oluşan mağduriyetin giderilmesi için bir takım uğraşlar içerisine girilmesi, bu devletlerden beklenebilir. Nitekim bu amaçla, Birleşmiş Milletler, Halepçe'de kullanıldığı düşünülen Kimyasallarla alakalı olarak, Irak'a bir gözlemci heyeti göndermiştir. Ancak Irak, gözlemci heyetine izin vermemiş, bunun üzerine aynı heyet, Türkiye'de bulunan mülteci kampında araştırmalar yapmak için Türkiye'den izin istemiştir. Ne var ki, Türkiye de bu heyete izin vermemiştir.

Kürtler hem islam aleminin, hem de Türkiye, İran, Suriye ve Irak devletlerinin, üvey evladı gibidir. Coğrafyaları dört devlet tarafından parçalanmış, bölünmüş, İran'da Fars, Türkiye'de Türk, Suriye ve Irak'da Arap olmaya zorlanmışlardır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, vatan haini ilan edilmişler, aşağılanmışlar, bölücülükle suçlanmışlardır.

Kürtler'in egemenler tarafından bölücü olarak adlandırılmaları, vatan haini sayılmaları için, Kürt'üm ve Kürtçe konuşuyorum demeleri yeterlidir. Devlet Kürtler'den bir hiç olmalarını beklemektedir. Bir artı birin bir olmasını beklemektedir. Peki, bir artı bir, hiç bir eder mi, Türk artı Kürt, hiç Türk eder mi? Demagojide usta olanlar sık sık Kürtler'in her koşulda, Türklerle eşit olduğunu, hatta Kürtler'in bu ülkede, başbakan, cumhurbaşkanı, bakan, doktor, avukat olduklarını söyleyerek, ortada bir sorun olmadığını, bu yüzden var olan sorunların sebebinin Kürtler olduğunu iddia edebilmektedirler. Yani hem suçlu, hem güçlü olma durumu. Evet, bu ülkede Kürt, cumhurbaşkanı olabilir, başbakan olabilir, ancak bunlar Kürt'ün, Kürt olmadığı sürece var olabilecekleridir. Kürt, Kürtlüğünü reddettiği zaman olabilecekleridir. "Ben Türk'üm", "ne mutlu Türk'üm diyene", "varlığım Türk varlığına armağan olsun" dediği sürece bir Kürt, her şey olabilmektedir. Aksi taktirde, bir Kürt'ün olabileceği tek şey, mahkumluk, yaşayabileceği tek yer de, zindanlar, hapishanelerdir. Buna rağmen, bir Türk'ün çıkıp da, Kürtler bu ülkede her şey olabiliyor, hani nerede eşitsizlik diyebilmesi kadar riyakar bir davranış, zor bulunur.

Biz sosyalistler, komünistler, anarşistler, yıllardır 'biji bıratiya gelan' yani 'yaşasın halkların kardeşliği' diyip duruyoruz. Ancak kardeşlik treni kaçırılalı çok oluyor. Şapkamızı önümüze alıp düşünmenin zamanıdır şimdi. Dostluk treninin de kaçmasını mı bekleyeceğiz, yoksa somut adımlar mı atacağız? Zira genç Kürt nesli; kurşun seslerinden, bomba seslerinden başka ses duymadan, teyzelerine, halalarına, ablalarına, annelerine tecavüz edenlerden, babalarına, amcalarına, dayılarına atılan dayaklardan, bok yedirmelerden, cop sokmalardan, işkencelerde ölmelerden, zindanlara atılmaktan başka bir şey görmeden büyüdüler. Geçmişin çocuğu, şimdilerin gençleri bu nesilin barışa ulaşabilmesinin tek yolu, şimdiki akil kürt neslinin, görece daha güzel günleri görmüş neslin zamanında, yani hemen, şimdi ulaşılabecek bir barışla mümkün olabilir. Kardeşlik trenini zaten kaçırdık, dostluk treni de kaçmadan, bölünme zaruriyet haline gelmeden barış, hemen, şimdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder