26 Temmuz 2011 Salı

HES, NÜKLEER SANTRALLER ve DİĞERLERİ

Teknolojiyi de, teknolojinin getirdiği imkanları da seven birisi değilim. Belki ertesi gün hapı ya da prezervatif gibi mevzuları bunun dışında tutabilirim. Her ne kadar teknolojiden hazzetmesem de, günümüz gerçeklerini de görmezlikten gelecek kadar hayalperest bir romantik değilim. Peki bu gerçekler bize neyi gösteriyor, gelişen bir teknolojinin varlığını ve bu teknolojinin ihtiyacı olan elektriğin üretilmesi gerektiğini. Her ülkenin kendi elektriğini kendisinin üretmesi, emperyalist ülkelerin oyuncağı olmamak adına en temel noktalardan bir tanesi. Buna kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum. Peki bu elektirik üretiminin nasıl ve ne şekillerde, hangi şartlar altında yapılması gerekiyor? Bu konuya bir cevap bulmaya çalışalım.

Türkiye, enerji kaynakları konusunda net bir dışa bağlılık halindedir. Enerji kaynağı olarak kabul edilen; petrol, doğalgaz ve kömürün %74'ü ithal edilir. (2007 verileri) Tabi ki ithal edilen enerji kaynaklarının hepsi, elektrik üretiminde kullanılmıyor, ancak önemli bir kısmı da elektirik üretimi için kullanılmakta. Türkiye, elektirik üretiminde, dışa bağımlılığını azaltmak istiyorsa eğer, doğalgaz, kömür, sıvı yakıt gibi maddelerden elektirik üretimini azaltmak zorunda. Çünkü ülkemiz, petrol, doğalgaz ve kömür rezervi açısından zengin bir ülke konumunda bulunmamakta. Bunun yanında fosil yakıtların elektirik üretiminde kullanılmasının çevreye etkisi oldukça olumsuz olmaktadır. Salınan gazların bitki örtüsünü, hayvan çeşitliliğini yok ettiği bilindiği gibi, sera etkisinin de temel sebeplerinden biridir. Türkiye de hala elektirik üretiminin büyük bir kısmı fosil yakıtlardan sağlanır. 2008 verilerine göre; elektirik üretimimizin %48,4'ü doğalgaz, %22,7'si yerli kömür, %16,7'si hidrolik, %6,3'ü ithal kömür, %5,2'si sıvı yakıt, %0,5'i se yenilenebilir kaynaklardan sağlanmaktadır.

Türkiye'deki üretimin durumuna kısaca baktıktan sonra, santral çeşitlerine değinmekte fayda var. Bugün gelişmiş ülkelerdeki tüm hükümetler, fosil yakıtlardan termik santrallerde üretilen elektirik enerjisinin payını düşürmeye çalışıyor. Bir çok ülkede bu başarılmış durumda. Çevreye verdiği kötü etkiler bakımından en zararlı santrallerin termik santraller olduğu su götürmez bir gerçek. Bunun yanında bizim gibi çevrecilerin, sosyalistlerin önerisi enerji de tasarruf ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimken, liberal, kapitalist ya da hükümet yanlısı çevrelerin önerisi ise hesler ve nükleer santraller. Hesler ve nükleer sanraller konusuna ayrı ayrı önemler verip, üzerine eğilmekte fayda var. Heslerle başlayalım.

Hesler (Hidroelektrik santraller) kaba bir tabirle, suyun akışının vermiş olduğu gücü tribünler vasıtasıyla elektrik gücüne dönüştüren santrallerdir. Ülkemizde akarsuların, çayların ve derelerin sayıca fazlalığı, elektirik üretiminde heslerin fazlaca yer kaplaması gerektiği düşüncesini her zaman ön plana çıkartmıştır. Ancak gözden kaçırılan noktalardan bir tanesi, her ne kadar ülkemizde sayıca fazla akan sular bulunsa da debilerinin yeterli ölçüde olmadığıdır. Yani ülkemizdeki akarsuların elektrik üretmedeki potansiyeli, yeterli seviyede değildir. Hali hazırda ülkemizde 172 hes varken, 148 tanesinin de yapımına devam edilmektedir. Ülke elektirik üretminin %16,7'sini bu santraller gerçekleştirmektedir. Şu an proje aşamasında olan heslerin sayısı ise iki bin civarındadır. Peki, heslerin çevresel etkileri nelerdir?

1- Çaylara, derelere varana kadar, küçücük akıntıların üzerine bile yapılan hesler, barajlara su toplanmasını gerektirdiğinden, derelerin, çayların kurumasına neden olmaktadır.
2- Delta ovalarını oluşturan, nehirlerin üzerine kurulan büyük çaplı barajlardan, belli aralıklara salınan suların, fazla erezyona sebep olarak, delta ovalarını çoraklaştırdığı bilinmektedir. Nil nehri üzerinde kurulu bulunan Aswan Barajı'nın Mısır'ın başına açtığı sorunları öğrenmekte fayda var. Yıllardır Mısır Aswan Barajı yüzünden tarımsal anlamda dışarıya bağlı bir hale gelmekten kurtulmaya çalışıyor.
3- Toprak üzerinde akan suyu azaltarak, topraktaki tuz oranında artışa sebep olur. Böylece tarımsal alanların çoraklaşmasına neden olur.
4- Yer altı sularının yüzeye yaklaşmasına sebep olarak, toprağın mineral kaybetmesine neden olur.
5- Sadece nehir içerisindeki değil, nehrin döküldüğü denizlerde de yaşayan su canlı sayısını azalttığı gibi, tür sayısının azalmasına neden olur.
6- Yapımı esnasında pek çok bitki ve hayvana zarar verdiği gibi yapımından sonra da değiştirdiği ekolojik dengeler sebebiyle bitki örtüsüne ve hayvan çeşitliliğine zararları devam eder.

Bu gibi zararlarına rağmen hesler, hem yıllık mailiyet açısından hem de çevreye verdiği zararlar itibariyle termik santrallerden daha az zararlıdır. Ancak bu zararlı olmadığı anlamına gelmez. Yine son dönemlerde heslerle alakalı bazı önemli kararlar alınmıştır. ÇEDler (çevresel etki değerlendirmesi) daha önce sadece 10 MW lik kapasitenin üzerinde üretim yapacak santraller için istenirken, artık 0,5 MW'lik kapasitenin üzerindeki santraller için istenmektedir. Bu iyi gelişmeye rağmen mevcut projelerin izninin 2008 yılından önce alınmış olması, çıkartılan yasanın anlamını da ortadan kaldırmaktadır. Henüz yapımına başlanmamış santrallerin değerlendirilmesinin bu yeni yasal düzenlemeye göre tekrar değerlendirilmesi, en sağlıklı sonucu verecektir. Bir diğer güzel gelişme ise can suyu denilen, biyolojik canlılığın için var olması gereken su miktarının belli bir mevzuata bağlanmış olmasıdır. Ancak belirlenen %10'luk miktar, ekolojide en kötü canlılık devamı seviyesini ifade eder. Bu oran, biyologlara göre sulak alanlarda %40, kurak alanlarda ise %30 civarında olmalıdır.

Ülkemizde özellikle sıkıntıya yol açabilecek heslerle alakalı önemli bir konu da yapılacak olan santrallerin büyük bir çoğunluğunun çok küçük çapta üretim yapacak olması ve bu küçük çapta üretimin, santralin çevresel etkilerini karşılayıp karşılamayacağı hususudur. Pire için yorgan yakmanın anlamı da, mantıkla bir izahı da yoktur. Derelere ve küçük çaylara hes yapımının hiç bir mantıklı açıklaması yoktur. Heslerin ekonomik getirisinin oldukça fazla olması, her şeyi özelleştirirken, heslerin yapımının, elektrik üretiminin de özel sektöre devredilmesiyle birlikte, hes yapımları da rant peşindeki insanların ellerini attıkları bir sektör haline gelmiştir. Heslerin devlet eliyle yapımı ve işletilmesi, doğru santrallerin doğru yerlere yapılıp, doğru bir şekilde üretiminin sağlanması için önemli bir mevzu olacaktır. Üç kuruşluk elektirik için suyumuzun kurutulmasının, çevresel felakaetler yaşanmasının hiç bir açıklaması yoktur.

Heslerle alakalı olarak söylenebilecek şeylerden bir tanesi de, tarihsel anlamı olan eserlerin sular altında kalmasına neden olabileceği hatta olduğu gibi, bazı yörelerde dini anlamları olan yerlerin de sular altında kalmasına neden olduğudur. Dersim'de (Tunceli) halkın çoğunluğunun alevi olduğu ilimizde, barajlarla, halkın kutsal saydığı ziyaretler sular altında bırakılmış, bırakılmaya da devam edilmektedir. Sünni ve ya şii bir müslümansanız eğer, Mescid-i Aksa'nın, Kabe'nin bir baraj yapımı nedeniyle sular altında bırakıldığını tasavvur edin. Ne yapardınız? Hristiyansanız Antakya'nın, Kudüs'ün bu şekilde sular altında bırakıldığını düşünün. Özdeşlik kurmak çok zor olmasa gerek.

Elektirik üretiminde bir başka tutunulacak dal olarak da nükleer santraller işaret edilmekte. Türkiye 1970'li yıllardan beri nükleer santral kurma sevdasındadır. Bir çok kez, nükleer santral kurulması için adımlar atılmış, ancak önce 80 darbesi daha sonra yap-işet-devret ısrarı daha sonra da ekonomik krizler bu santralin kurulmasına izin vermedi. Ancak AKP hükümeti nükleer santral kurulmasında oldukça ısrarlı ve galiba bu sefer ülkemiz nükleer santralden nasibini alacak gibi duruyor.

Nükleer santrallerin yapım maileyeti ne kadar yüksek olsa da, yapımı sonrasındaki yakıt ve işletme mailiyeti oldukça düşüktür. Nükleer enerjinin lokomotif ülkeleri A.B.D, Fransa, Japonya ve Rusya. Özellikle Fransa'da nükleer enerjinin elektirik üretimindeki payı %77'dir. Dünya üzerinde 440 nükleer santral vardır. (bazılarının çalışması durdurulmuş)

Peki her yerde nükleer santral yapılıyorken, yapılmışken biz neden nükleer santralden uzak durmalıyız? Gerçekten de nükleer santraller, her şey olması gerektiği gibi giderken, çevreye en az zarar veren santrallerdir. Ancak her şeyin istenilen seviyede gidip gitmeyeceği, doğal felaketlerin nükleer santralleri vurup vurmayacağı belli değildir. Çernobil'de yaşananlar bunun bir örneği olduğu gibi, Fukişima'da yaşananlarda gereken dersleri çıkarmamız için yeterli bir örnektir. Bu felaketten sonra İsviçre ve Almanya nükleer politikalarından vazgeçme kararı alıp, nükleer enerji üretimini belli bir zaman içerisinde noktalayacaklarını açıkladılar. Almanya elektrik üretiminin %23'ünü nükleer santrallerden sağlıyordu. Demek ki, nükleersiz bir üretim de söz konusu olabilir. Esasında nükleer santral istemeyip heslere olabilir demek, uçak düştüğünde ölmek neredeyse garanti diyerek oransal olarak daha fazla ölme ihtimalinin bulunduğu kara yollarını tercih etmek anlamına gelir. Bu yüzden nükleeri reddedip hesleri savunmak, mantıksız bir davranıştır. Bunun yanında hersleri reddedip nükleeri kabul etmek daha mantıklı bir davranış olacaktır. Yine de benim gibi düşünüp her ikisini de reddedenler kulübünde yer alabilirsiniz.

Peki yukarda geçen tüm sebeplere ilaveten, başka hangi sebeplerden ötürü nükleer santrallere ve heslere karşı olmamız gerekir? Ya da en azından neden ben bu santrallere karşıyım.

İlk başta belirttiğim gibi elektrik tüm dünyada kökten kaldırılsa, oldukça rahatlarım. Ya da herkes evinde kendi imkanlarıyla kendi elektiriğini üretsin arkadaş dense, sevinçten havalara uçarım. Ama tabi ki nükleer santrallere ve heslere karşı çıkışım bu gibi ütopik düşünceler çerçevesinde kendine bir yer edinmiyor. Benim derdim ülkenin gerçekten şu an yapılacak olan santrallere ihtiyacı olup olmadığı. Türkiye'nin kendisine ait bir ağır sanayisi yok. Kendine ait doğru düzgün bir sanayisi bile yok. Üretilen bunca elektriğin hangi kullanımlarla nerelere aktarıldığı kocaman bir muamma. Yine de üretilen elektiriğin tüketilen elektiriği zor karşıladığına inananılm ve buna göre bir yol çizelim.

Elektrik tüketimi ile alakalı yapılacak olan ilk iş, tasarruf planlarının kapsamlı olarak icraata geçirilmesidir. Örneğin, tüm binalardaki, tüm ampullerin değiştirilerek, tasarruflu ampullerin kullanılması demek, %30 luk bir enerji tasarrufu demek. Güney Afrika'da bu yöntem denendi ve 1800 MW lık bir enerji tasarrufu sağlandı. Bu tasarruf miktarı Türkiye'de kurulması planlanan Akkuyu Nükleer Santralinin toplam kapasitesinin %37,5'una denk gelmekte. Türkiyenin en büyük hidroelektrik santrali olan Atatürk Barajı'nın toplam kapasitesinin ise %75'ine tekabül etmekte. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin nüfusunun bizimkinden daha az oluşunu göz önüne alırsak, bizde sağlanacak olan tasarrufun yaklaşık olarak 3000 MW civarında olacağını da hesaba katmamız gerekir. Yani sadece ampul değiştirmekle kazanmış olacağımız elektrik bile Akkuyu Nükleer Santralini çöpe atmak için yeterli bir tasarrufu bize sağlayacaktır. Yine ülkemizde Kağıthane'de denenen pilot bir araştırmada, her evde yapılacak beş ampul değişikliğiyle toplam elektrik tüketiminde %14,2 lik bir tasarrufun sağlanabileceği anlaşılmış. Bu da neredeyse ülkemizdeki tüm hidroelektrik santrallerinin üretim payına denk düşmekte. Yine aynı yöntemle yapılacak tek bir ampul değişikliğiyle 64 milyon tl para harcanması gerekirken, bu değişimin senelik getirisi 505 milyon tl olarak hesaplanmış. Araştırmayı yapanlar İTÜ Enerji Enstitüsü.

Alınabilecek önlemler bununla sınırlı değil tabi ki. Yeşil teknolojinin yeni yapılacak binalarda zorunlu hale getirilmesi, tasarruf oranını oldukça yukarılara çıkaracaktır. Binalarda ısı yalıtımının doğru yapılması, uzun süre güneş alan bölgelerdeki binalarda güneş pillerinin, asansör, çevre aydınlatması, merdiven aydınlatması gibi ev dışı elektrik tüketimlerinde kullanılması alınabilecek kolay önlemlerin başında geliyor.

Tabi ki, bunların yanında rüzgar enerjisini de unutmamak gerekir. Rüzgar enerjisi bir çokları tarafından küçümsenip, karalanmaya, hani lan duışarda rüzgar mı var gibilerinden, bilimsel mantıktan uzak söylemlerle üstü örtülmeye çalışılıyor. Son zamanlarda teknolojik bir devrim olarak görülüp, enerji tasarrufunun öneminin ortaya çıkışıyla beraber kullanılmaya başlanmış olmasına rağmen, bugün; Danimarka'nın %19,1, İspanya'nın %11,1, Portekiz'in %11,3, Almanya'nın %6,6 lık elektrik üretimi rüzgardan sağlanıyor.

Yine Kaliforniya eyaletinde yapılan rüzgar tribünleri sayesinde çok kısa bir süre içerisinde 15 santralin yapımından vazgeçildği gibi, 56 milyar dolarlık tasarruf yapılmış. 2013 yılına kadar 23 milyar dolarlık tasarrufun daha yapılacağı tahmin ediliyor. (eyalette 1996 yılında enerji tasarruf programları hazırlanıyor, 2002'de yenilenebilir enerji kaynakları desteklenmeye başlanıyor, açıklanan bu rakamlar 2005'in eylül ayına ait) Kaliforniya eyaletinde şu an rüzgardan üretilen elektiriğin toplam üretime oranı %11. 2020 yılına kadar üretimin genel üretime oranının %33 olması hesaplanmış. Kaliforniya eyaleti sadece yenilenebilir enerji kullanarak değil, enerji de tasarruf programları uygulayarak da oldukça mesafe kat etmiş. Amerika'nın diğer bölgelerindeki enerji tüketimi artışı bu süre içerisinde %50 olurken, Kaliforniya'da her hangi bir enerji tüketim artışı olmamış. Tasarruf programlarının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

Bugünlerde aynı program New York'ta uygulanmaya çalışıyor. Yine Meksika'nın bu yönde girişimleri var. Dünya tüm kapitalist sisteme rağmen enerji konusunda kıpırdanma gösterirken, ülkemizin bunlardan feyz alamaması, üzüntüyle karşılanacak bir durum.

Sonuç olarak, hükümetin öncelikle yapması gereken, derhal tasarruf programları geliştirip bunları yürürlüğe koymasıdır. Arkasından toplam üretimin sadece %0,5'ini oluşturan yenilenebilir enerjinin payının %10'lara çıkarılması gerekir. Tüm bunlardan sonra hala bir elektrik üretme sıkıntısı içerisindeysek, nükleer santraller ve hesler tartışma konusu olabilir. Bunlar yapılmadan yapılacak olan bu santrallerin, ülkeye uzun dönemde bir faydasının olmayacağı kesindir. Anlık oylar ve rantlar peşinde geçici çözümlerin önünde durmak, halkların yapması gereken en onurlu davranış biçimi olacaktır.

O yüzden şimdilik;

Heslere de, nükleere de hayır!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder