8 Aralık 2011 Perşembe

BİR SARHOŞUN NOTLARI

Saatlerdir politik videolar izleyip, politik kitaplar okuyorum. Sanırım bu yazı politik ağırlıklı bir yazı olacak. Olmasında da fayda var. Malum, o kadar çok depolitik bir hale gelmiş, '80 darbesini yaşamış, postalların korkusunu hissetmiş ailelerin çocuklarıyız ki, en devrimci geçinen aileler bile, çocuklarının politikleşmesinden rahatsızlık duyabiliyor. Şimdiki gençlerin, en azından sarhoşkenyazılmış bu metinleri okumasında fayda var diye düşünüyorum. Nitekim, yüzlerce sayfadan oluşan politik kitapları okumalarını beklemeyelim. Zira artık politikayla ilgilenen gençler öcü olarak görülüp, genelde uzağından geçme ihtiyacı hissedilen, kaldırımda karşılaşıldığında, yol değiştirme ihtiyacı hissedilen insanlara dönüştürüldüler. Bu gençlerin kendini ifade edebilecekleri tek materyal kaldı elde, o da kalemleridir.

Hazır gündemdeyken değinilmesi gerekilen bazı konular var. Bunlardan bir tanesi, saç kestirme eylemi. Biliyorsunuz, yakın bir dönemde, başbakanın Hopa ziyaretinde yapılan bir eyleme, kolluk kuvvetlerinin sert müdahelesi gerçekleşmiş, bir eğitimcimiz de bu arbede esnasında geçirdiği rahatsızlık sonucu hayatını kaybetmişti. Eylemin yapılma nedeni, yapılmakta olan HES'lerin yapımının durdurulmasıydı. Önce bu insanlar vatan haini ve provakatör ilan edildiler. Arkasından, bu insanlara destek olmak için eylem yapanlara dayak atmayı, terörist destekçesi bunlar diyerek meşrulaştırdılar. İşte böyle bir ortamda, Ozan Gündoğdu, tutuklanarak cezaevine kondu. Bu sırada da, cezaevi kuralları gereği saçı kesildi. Bunun üzerine Ozan'ın üç arkadaşı saçlarını kestirerek Ozan'ın ailesiyle birlikte bir dayanışma fotoğrafı çektirerek, bu fotoğrafı arkadaşları Ozan'a yolladılar. Arkasından bu üç arkadaş için de tutuklama kararı çıkarıldı. Nedeni mizah dergilerinde var olabilecek kadar komikti. Ozan'ın üç arkadaşı, tanınmamak için saçlarını kestirmişlerdi. Bunun üzerine son günlerde milletvekillerinin, akademiklerin, yazarların katıldığı bir eyleme dönüştü saç kestirmek. Çıkan ortak sesin söyledikleri oldukça anlamlı. Biz de saçımızı kestirdik, bizi de alın.

Konuyla alakalı olarak, sistemin son dönemlerde ürettiği terör örgütüne üye olunmasının kanıtlanması için yeterli ogördüğü materyallere değinmekte fayda var. Siz siz olun, evinizde bunları bulundurmayın; sol yayınlarına ait herhangi bir kitap, herhangi legal bir sol partinin çıkardığı dergi, döküman, afiş, bildiri, puşi ya da puşiyi andıran şal ve türevleri, şemsiye, bere, eldiven, süpürge sapı, bağlama vs. Bu materyallerin sanırım sonu gelmez, en iyisi siz evinizde hiçbir şey bulundurmayın.

Sık sık, depolitik, apolitik çevrelerden duyduğumuz, sistem yalakası insanların çok mantıklı buldukları bir söylem vardır; "polis bizim evimizi niye basmıyor, bizi niye gözaltına almıyor, bir şeyler yapıyorsunuz ki, sizi tutukluyorlar". Evet, bir şeyler yapıyoruz. Bir şeyler yapmayanların aksine, insan olamayanların, insanlık için uğraşmayanların aksine, bir mücadele veriyoruz. Demokrasi mücadelesi veriyoruz, adalet mücadelesi veriyoruz, ezilenlerin ezilmemesi için mücadele veriyoruz, doğa için mücadele ediyoruz. İnsan olmanın, haklının yanında, haksızın karşısında olmak demek olduğundan bihaber olanların, bu söylemde bulunmasının doğal olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Ancak en azından, insan olmadığınızın farkına varabilmeniz gerekir. Belli bir mücadele içerisine girecek cesarette olmayabilirsiniz, belli bir mücadele içerisine girebilecek kadar ihtiraslarınızı törpüleyememiş olabilirsiniz, bencilliğin, sistemin kölesi haline gelmiş olabilirsiniz, ancak en azından bu mücadeleyi veren insanlara saygı göstermek zorundasınız. Bunun farkına varmanız gerekir.

Sıklıkla karşılaştığım ithamlardan bir tanesi, kürt milliyetçisi olduğumdur. Kürt milliyetçisisin sen de, eleştirdiğin insanlardan bir farkın yok denilir. Nedense bunu diyenler, her zaman, "Kürtler bugüne kadar hangi haklara sahip olmamış ki" diyen kesimden olması, ilginç bir tesadüf değildir. Önyargılarla sınırlanmış aklımızın, işlevsel bozukluklarının göstergesidir. Kürtler'in hangi haklara sahip olmadığını defalarca kez söyledim. Ancak madem anlaşılmamış, tekrar anlatalım. Kürtler'in dili, bu ülkede onyıllar boyunca yasaklandı. Şarkıları, türküleri yasaklandı. Çocuklarına dedelerinin nenelerinin isimlerini koymak istediklerinde izin verilmedi. Ben Kürt'üm, Kürtçe konuşuyorum, bir Kürt olarak buradayım dediği zaman, ne başbakan olmasına izin verildi, ne cumhurbaşkanı olmasına, ne de memur olmasına izin verildi. 17500 faili meçhul(esasında faili meşhur) e kurban giden vatandaş için hala bir komisyon kurulmadı. Köyleri yakıldı, kendileri sürgüne gönderildi, Türklük içerisinde eritilmek için devlet programları geliştirilip, uygulandı. Ulusal yemin anlamına gelen Misak-ı Milli'ye, ant içilmiş olmasına rağmen Lozan'da riayet edilmedi, Kürt coğrafyasının, emperyalist bölüşüme tabi tutulmasına eyvallah denildi. Tüm bunların yapılmış olmasına rağmen, hala, "kürtler bugüne kadar bizim sahip olduğumuz neye sahip olmadılar ki" demek, kendini bilmezliğin, tarihi bilmezliğin, cehaletin söyleminden başka bir şey değildir. Ayıptır, yazıktır, utanmazlıktır.

HES'lere karşı tavrım her zaman net oldu. Öncelikle yapılması gereken iş, var olan tüketimin, minimalize edilmesi için uğraşılmasıdır. Bugün yapılmakta olan ve projelendirilmiş olan HES'lerin varsayılan üretim kapasitelerinin neredeyse tamamını, sadece evlerdeki ampullerimizi, tasarruglu ampullerle değiştirerek kazanabiliriz. Bunu daha önce sayılarıyla birlikte blog'a yazmıştım. Ancak bunları tekrarlamakta fayda var. Nitekim hala halk içerisinde bir HES bilinci, bir nükleer enerji bilinci oluşmuş değil. Sürekli olarak tekrarladığım yapılması gerekenleri yapalım, yani; var olan enerji kaçaklarını giderelim, binalarımızı enerji tasarruf projelerine göre yenileyelim, bilinçli tüketiciliğin gelişmesi için eğitim programları uygulayalım, daha sonra yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelelim, rüzgarı ve güneşi kullanalım. Ondan sonra hala bir enerji ihitiyacından bahsediyorsak, HES'leri konuşmaya başlayabiliriz. Oluşmuş yanlış algılardan bir tanesi de, "su akar Türk bakar" söylemidir. Dünyanın hiçbir yerinde su boş yere akmaz. Binlerce hayata can verir. Ancak insana canına değer vermeyi unutan bir toplum olarak, hayvanların, bitkilerin canına değer vereceğimizi düşünmek fazla iyimser bir yaklaşım olur. Yine de unutmamakta fayda var. Hayvanlar ve bitkiler olduğu sürece biz de varolabiliriz. Aksini iddia etmek, bilimkurgusal bir metnin, propagandasını yapmaktan öteye geçmeyecektir.

Kürt sorununa dönmekte fayda var. Bazı politikadan uzak, demokrasi, cumhuriyet ve hatta laiklik kavramlarını içselleştirememiş insanların, BDP ve tabanından, "ama ülkeyi bölmeye çalışıyorlar" gibilerinden bir söylemle bahsettiklerini duyarız. Birincisi, BDP tabanının büyük bir çoğunluğunun bu istekte olduğunu söylemek oldukça zor, ikincisi, diyelim ki böyle bir istekleri var, bu isteğin Kürt halkının hakkı olmadığını söyleyebilmek mümkün müdür? Bu toprakları savunmak adına, en az Türkler kadar kanları dökülen Kürt halkının, böyle bir hakkının olmadığını söyleyebilir miyiz? Nasıl ki, evli çiftlerin boşanma haklarının var olduğunu kabul ediyor ve bunun aksini savunmayı bile yobazlıktan sayıyorsak, halkların, kavimlerin, milletlerin, ulusların boşanma haklarının da var olmadığını savunmak en az bunun kadar yobazca bir tavır olacaktır. Biz sosyalistler, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına inanır, bunu her şartta kabul ederiz. Destek olmayacağımız durumlar olmasıyla birlikte, köstek olacağımız durumlar ise yoktur. Bir sosyalist asla ama asla Kürt halkının bağımsızlık mücadelesinin karşısında yer alamaz. Ne marksist-leninist, ne troçkist, ne de maoist sosyalizm anlayışlarında bu tip sosyalistlere yer yoktur. Hitler'in nazilerinin, sosyalist olduğunu söyleyebilecek kadar sosyalizmden birhaber olan kesimlerin, yani ancak Hitlerci sosyalistlerin, Kürt hareketinin karşısında yer alabilmesi mümkündür. Onların da sosyalistten sayılamayacağı, diğer tüm sosyalistlerin ortak görüşüdür.

Sanırım bu kadar politikadan bahsetmek, bugünlük yeter. Her zaman, sarhoşkenki saçmalamalarıma dönebilirim. RTÜK yine yapmış yapacağını ve bir dizide doğum günü hediyesi olarak seksin sunulmasını, ahlaki çöküntüye sebep olacağı nedeniyle uyarı nedeni olarak görmüş. Seksin doğum günü hediyesi olarak sunulmasına ben de karşıyım. Seksin ödül olarak sunulmasına karşı olduğumdan ve sanki, seks sadece erkeğin bir kazanç içerisinde olduğu bir eylemmiş gibi sunulmasına da karşı olduğumdan mütevellit RTÜK'ün bu uygulamasına katılabilirim. Zaten herhangi bir doğumgünü hediyesinin de var olamayacağına inanırım. Zira hediye beklenirken alınan ya da mecburiyetten alınan bir materyal ya da bir olgu değil, içten geldiği zaman, karşındaki de beklemiyorken, verilmesi gereken bir sürprizdir. Her neyse, biz gelelim RTÜK'ün kararına. İçerisinde cinsellik olanher şeye yasak koymak, bunu çocukların ahlakını bozacak eylemler olarak görmek, sağlıksız bir aklın ürünüdür. Cinsellik sonucu dünyaya gelen bir varlığa, cinselliğin ahlaki çöküntüye sebep olacağını söylemek, başlı başına bir çelişki, başlı başına bir mantık hatasıdır. Cinselliğin kendisi değil, yasaklanması, kapalı kapılar ardına hapsedilmesi, konuşulmasının, öğretilmesinin yasaklanması ahlaksal çöküntüye neden olabilir.

Heteroseksüel ilişkilerde, erkek tarafı sürekli olarak bir şeyler yapmak zorunda olan taraf olarak kabul edilir. Yani erkek sevgisini gösterebilmek için, değer verdiğini gösterebilmek için, sürekli didinmek, uğraşvermerk zorundadır. Kadının ise yapması gereken tek şey, sevgilisiyle yatmaktan ve mümkünse sevgilisi dışında kimseyle de yatmamaktan ibarettir. Ataerkilliğin getirdiği sakat cinsel hayatlar yüzünden, seks, her zaman için erkeğe sunulan bir ödül olarak kabul edilir. Bu yüzden erkeğin, sevdiği kadına sunduğu cinsel hizmetlerin hiçbir anlamı yoktur. Bu hizmetler, olsa olsa kadının sevdiği erkeğe sunduklarından ibaret olabilir. Var olan toplumsal kabul bu şekildedir. Tam da bu yüzden, sikilmek bir küfür olarak kabul edilirken, sikmek gurur duyulacak bir eylem sayılır. Erkeğin düştüğü durum, mallık durumu olmasına rağmen, bunun da farkında değildir.

Evlilikten hiç hazetmiyorum. Tartıştığım insanların çoğu bunu yaşıma bağlıyor. Neredeyse 23'üme geldim. Yine de bu yaş, evliliği kutsallaştıranların gözünde yeterli olmayabiliyor. Evlilik sikişmenin yasalaşmasından başka bir şeyi ifade etmez. O kadardır. Birbirine güvenmeyen insanların, kendilerini ekonomik olarak güvence altına almalarının ismidir. Toplumsal baskıdan çekinenlerin, rahat rahat sikişmek için uydurdukları bir kavramdır. Hiçbir boka yaramadığı gibi, bolca sorunu da beraberinde getirir. En başında, bir ilişkinin güvensizlik temeli üzerinde inşa edilmesine neden olur. İlişkiye duygusallığın önüne geçen bir sözleşme kimliği kazandırır. Kısacası aşka yazık eder.

İslamiyet'in dogmatikliğinden bahsediliyor. İslamiyet dogmatik felan değildir. Aksine, islamiyet sorgulayıcıdır, sorgulanmasından yanadır. Ancak müslüman olan dogmatik midir, muhtemelen dogmatiktir. Resmi İslam iannacına saplanıp kalmış, aksi bir düşünceye tahammülü olmayan, hoşgörüden uzaklaşmış insanlardır. Hoşgörülü olduklarını söyleyenleri de, muhtemelen, ben doğrusunu biliyorum ama seni de hoş görüyorum kibrine sahip insanlardan oluşur. Bir dine, bir felsefeye, bir inanca, bir görüşe, bir fikre nasıl yazık edilirin güzel bir örneğini sunmuşlardır müslümanlar. Bundan ders alınması gerekir.

Türkiye toplumunun aptalca bir yaklaşımı vardır. Bu konuda da bir çok konuda olduğu gibi gereken evrimimizi gerçekleştirememişizdir maalesef. Bizde sevdiğimiz insan benimle yatmayacaksa kimseyle yatmasın anlayışı vardır. Yani sevdiğin insan seninle yatacak ama, bir başkasıyla da yatmaya devam edecek denildiği zaman, yok abi benimle de yatmasın bir başkasıyla da yatmasın seçeneği kabul edilir. Yani bizim için aslolan sevdiğimizin bizi sevmesi değil, başkasını sevmemesidir. Bizi sevmeyebilir, bunu kabul edebiliriz, ancak başkasını da sevmemesini şart koşarız. Bir başkasını da severek bizi sevecekse, kimseyi sevmesin daha iyidir. Yani kısacası, biz sevdiğimizin bizi sevmesinden çok, bir başkasını sevmemesiyle ilgiliyizdir. Daha fiziksel bir boyuta indirgeyecek olursak, biz sevdiğimizin bizimle yatmasından çok, bir başkasıyla yatmamasıyla ilgiliyizdir. Hatta durumu daha da abartalım. Sevdiğiniz insan sizi sevecek ama başkasıyla yatacak ya da sizinle yatacak ama başkasını sevecek diye iki seçenek sunulsa, çoğumuz ikinci seçeneği kabul ederiz. Bu kadar da eksilmiş bir akla, bu kadar da duygularımızın köreldiği, maddileştiği bir maneviyata sahibiz.

Son olarak Kemalistlere bir şeyler söylemeden gitmeyeyim diyorum. Madem Kemalistsiniz, madem ki Atatürkçüsünüz; en azından Nutuk'u okuyunuz. Hala Mustafa Kemal milliyetçiliği diye bir şeyden bahsedebiliyorsanız, hala Mustafa Kemal'in ırkçı olmadığından bahsedebiliyorsanız, hala Kemalizm diye bir akımdan bahsedebiliyorsanız, söyleyebileceğim çok fazla şey yok diyebilirim. Zira siz aklınızı ve vicdanınızı kaybedeli çok olmuş demektir.

5 yorum:

  1. eline saglık.baya iyi olmuş..

    YanıtlaSil
  2. harıkaaa olmuss .demokrası mucadelesı hakkında kesınlıkle haklısın .dusuncelerıne saglık..keşke cogu ınsan tum bu soyledıklerının farkında olarak yaşasa.ama tek bır noktaya katılmıorum su ıkıncı şık secme meselesı olayı.ben olmus olsaydım kesınlıkleee bırıncı sık derdım..ewet ewlıklık dedgn gbı bırlıkte olmanın yasallaştrrılmiş halı olabılır ama hayat ve degındıgın konu olan ewlılık sadece seksten ıbaret de degıldır..

    YanıtlaSil
  3. ilk yorum için; teşekkürler, elimden geldiğince yazıyorum.

    ikinci yorum için; eğer erkeksen birinci şıkkı seçebiliyor olmandan dolayı seni kutlarım, ancak kadınsan, günümüz ataerkilliğinden, cinselliğin erkek egemenleştirilmiş bir hale getirilmesinden dolayı, birinci şıkkı seçmen daha olası bir durum. yani kadınlar için birinci şıkkı tercih etmek, ikinci şıkkı tercih etmekten daha tercih edilebilir olarak gözükebilmekte.evliliğe gelirsek, evliliğin sadece seksten ibaret olduğunu söylemiyorum, evliliğin, evlilik dışılıktan tek farkı, evliliğin kanunlara tabi tutulmasından ibaret. yani evlilik bir beraberliğe yasallıktan başka bir şey katmaz, söylediğim de bundan ibaretti. aşkın ve aşığın ise yasallaşmak diye bir derdi yoktur. ama evlilik güvenliğimiz için, ama evlilik ekonomik çıkarlarımızı savunabilmemiz için gerekli gibilerinden maddiyatçı yaklaşımlar içerisindeysek, zaten aşkın da aşığın da gözüne portakal kabuğu sıkmışız demektir.

    YanıtlaSil
  4. pekı sız kız olsaydınız hangı sıkkı secerdınız

    YanıtlaSil
  5. bunu kadın olmadan bilemem sanırım.

    YanıtlaSil