24 Aralık 2011 Cumartesi

BİR SARHOŞUN NOTLARI


Aslında kadınları sevmem. Erkekleri de sevmem. Yine de erkekleri kadınlardan daha tahammül edilebilir bulurum. Kadınları bugünkü haline getiren, muhtemelen yüzyıllardır devam eden erkek egemen sistem. Bunu da kabul etmemiz gerekir. Ancak tarihsel bir neden-sonuç ilişkisi üzerinden konuşacak olursak, mevzu tanrıya ya da inanmıyorsak ilk maddeye kadar gider ki, bu da bizim hiçbir şeyi konuşamamamıza neden olur. O yüzden bu tarihsel süreci bir kenara bırakıp, sığ bir bakış açısıyla konuşmaya devam edelim. Kadınların tek bir işi vardır, kendini daha çok sayıda erkeğe beğendirip, daha üst düzeyde bir erkekle beraber olmak. İster kabul edin ister etmeyin. Durum bundan ibaret. Erkeğin ise böyle bir derdi yok. En başta biyolojik açıdan doğurganlığı esas alcak olursak bile böyle bir derdinin olmadığını görebiliriz. Ee haliyle böyle bir derdi olmayan erkek, daha çekilebilir hale geliyor. Kadını böyle bir derdi olan insanlar grubu haline getirenler de erkeklerdir, orası ayrı bir tartışma konusu.

Kadınlar genel olarak, ezilen sınıftandırlar. Yani ister istemez, dünyanın yapısından ötürü ezilen türe dahildirler. Bu sebepten dolayı , kadınların ilk tercihi, kendini ezdirmeyecek kadar çok zengin bir erkek, ya da kendini ezdirmeyecek kadar çok yakışıklı bir erkektir. Bu ikisi yoksa, çok komik, çok kültürlü, çok zeki erkekler tercih edilir. Bu tercih esnasında genelde, çok güzel, çok zengin, çok kültürlü ve çok zeki kadınlar seçilmiş olur. Geriye kalan %99, hiçbir şeyin çok iyisi olmayan %99'dur. İşte bu noktadan sonra bu %99, kendisini ezilmişlikten kurtaracak kadar çok üst seviyede çok elit erkekler bulamayacağını bildiğinden ötürü, kendinden daha ezik erkekler bulma yoluna girer. Bu yüzden nerde çok aptal, çok ezik erkek var, değerlenmeye başlar. O yüzden nasıl oluyorda bunca aptal adamın, bunca ezik herifin yanında böyle kadınlar var diye düşünmeyin. Eziklikten kurtulamayacağının farkında olan kadının, kendinden daha ezik birini bulup, kendini yüceltmesi işidir bu yaşananlar. Farklı bir şey değil.

Cemal Süreya; Türkiye erkeği bir adımını ne kadar ileriye atarsa atsın, bir adımı her zaman feodalite içerisinde sıkışıp kalacaktır, demiş.Hak vermemek elde mi? Esasında sadece Türkiye erkeği için değil, dünya erkeği için geçerli bu durum. Ne yaparsak yapalım, ne kadar geniş bir bakış açısına sahip olursak olalım, kendimize hoş gördüğümüz şeyleri, kadınlara uygun göremiyoruz. Kemiklerimize, hücrelerimize kadar işlemiş feodalite. Kurtulamıyoruz.

Alkol aldıktan sonra sevişmeyi seviyorum. Alırken de sevişmeyi seviyorum. Sevişmeyi her zaman seviyorum. Alkol aldıktan sonra sevişmezsem, bir şeyler eksikmiş gibi geliyor. Olmamış gibi, içtik ama, içmedik gibi geliyor. Sarhoşum ama dünyam dönmemiş gibi, dönüyorum ama aklım alınmamış gibi. Sevişmek güzeldir, sarhoş olmak da öyle. Ancak sarhoşken sevişmek, apayrıdır. Uçmaktır. İnsanları küçümsemektir. Tanrılaşmaktır. Boşalıyorken, boşalmamaktır, en büyük hazzı alırken, hazzı kaybetmemektir. Hep devam etmektir, yorulana kadar, sızana kadar devam etmektir.

İçen kadından, söven kadından, sevişen kadından yanayımdır her zaman. Yani benim kadın versiyonumu severim. Her zaman sarhoş, her zaman sevişmek isteyen, her zaman ağzı bozuk, her zaman okuyan, her zaman düşünen. Böyle bir kadına aşık olur, böyle bir kadına sarılır bir daha hiç bırakmam. Kovsa da gitmem, sövse de gitmem. Yüzsüzlerin kralı olur, eziklerin efendisi olurum, yine de gitmem.

Bugün siyasi forumlardan bir tanesinde, elemanın bir tanesi "Alevi Türk'den olur zaten" diyivermiş. Hiç utanmamış, hiç sıkılmamış. Son zamanlarda sıkça piyasaya sürülen söylemlerden bir tanesi, aleviliğin Türk islamiyeti olduğu söylemi. İşin doğrusu alevilikle alakalı olarak derin bilgilere sahip değilim. Çok fazla araştırdğım bir konu da değil maalesef. Bu yüzden bir kaç basit soruyla konuya giriş yapmaya karar verdim.

Alevi olmak için Türklük şartı mı aranıyor? Eğer aranıyorsa, bu kafatasçı bir Türklük arayışı mıdır, yoksa insanın ben Türk'üm demesi(kemalist milliyetçilik) yeterli mi? Eğer yeterliyse, Türklüğü'ne 4 şahit getirmesi de gerekir mi?

Maraş Katliamında öldürülenleri anmak için Maraş'a giden alevileri, kolluk kuvvetleri kente almamış. Sebep; kent içerisinde güvenliğinizi sağlayamayabiliriz. Bu ülkede hala sünniler alevilere saldıracaksa, hala sünnilerin alevilere saldıracağı düşünülüyorsa, belki de bu saldırı alttan alta pohpohlanıyor, tasvip ediliyorsa, yemişim öyle ülkenin bütünlüğünü, yemişim öyle milletin birlik ve beraberliğini.

Tarihi tertemiz olan bir devletin varlığından söz edilebilir mi? Hiç sanmıyorum. Bizim aradığımız şeyin, tertemiz tarihli bir devlet olduğunu zannediyorlar. Halbuki bizim aradığımız tek şey, temiz olmayan tarihindeki pisliklerle, kirlerle, mide bulandırıcı şeylerle yüzleşebilme cesaretini gösteren bir devlet, bir hükümet, bir millet. Tarihiyle yüzleşmekten kaçan milletler değil, tarihiyle yüzleşip, yeri geldiğinde özür dilemesini de bilen, tazminat ödemeyi de kabul eden milletler büyük milletlerdir. Onlarca büyük devlet kuran, üç kıtada at koşturan, tank yürüten, üç okyanusta gemilerini yüzdürenler değil, mazlumun yanında, haklının yanında, ezilenin yanında durabilenler büyük olanlardır. Büyük olmak gibi bir derdi olmayanlar büyük olanlardır.

Son günlerde Fransa'ya inat, hepimiz Cezayirli, hepimiz Ruandalı olduk. Türkiye'de Ruandalı olmanın, Cezayirli olmanın çok bir şey ifade etmediğinin hepimiz farkındayızdır. Türkiye'de zor olan, Ermeni olabilmek, Kürt olabilmek, Rum, Yahudi, Yunan, Bulgar olabilmektir. Yıllardır Ruanda'da, Cezayir'de yapılanları görmezlikten, bilmezlikten, duymazlıktan gelip, Fransa'ya inat bunları gündeme getirmek, oportünist, pragmatist bir yavşaklığın göstergesi değildir de nedir? Bu riyakarlıktan, bu iki yüzlülükten nasıl olur da hiç sıkılmazsınız, nasıl hiç utanmazsınız?

Fransa ile Türkiye hükümetleri restleşe dursun, halkımız da hemen boykot çağrılarına başladı. On yıllardır hiçbir boykot girişiminde başarılı olmamamız bir yana, aldığı ürüne zarar verme, aldığı ürünü bozma, aldığı ürünü telef etme yöntemine başvuranlar var. Yahu sen parasını ödediğin malı, ürünü, değeri kırdığın, bozduğun, döktüğün için Fransa kökenli şirketlerin başına bir felaket felan gelmiyor. Amaç bu şirketlere para akışını kesmek. Parasını verdiğin ürünü kırarak, yerine Amerika, İngiltere, İtalya,  Almanya, Çin gibi ülkelere para kazandırmak değil. Yine de biz bu sefer boykotta başarılı olabileceğimizi düşünelim, Fransa'nın ekonomisindeki yerimiz aşağı yukarı %2 civarında, Fransa'nın bizim ekonomimizdeki yeri ise %5. Bu boykot işinden kimin daha zararlı çıkacağını anlamak, pek zor olmasa gerek. Zaten halihazırdaki uluslararası antlaşmalar gereği, devlet olarak bir boykot uygulamasına gidilmesi mümkün değil. Ancak halkın verebileceği bir tepkiyle bu uygulama hayata geçirilebilir. Lakin bizim milletimiz, eylem yapmayı unutmuş, sokağa çıkmaya takati kalmamış, uyuşuk bir millet olduğu için, bu boykotun da sürdürülebilirliğinin ne denli imkansız oldulğunun farkında oluruz. Fransa'nın meclisten geçirmiş olduğu yasaya karşılık yapılabilecek en güzel uygulama, anayasamızdan 301. maddeyi çıkartmak olacaktır. Bir ülkeye ders vermek istiyorsak, bu ders en iyi şekilde, demokrasiyle, düşünce ve ifade özgürlüğüyle verilebilir. Ekonomik yaptırımlarla, tehditlerle, sizin kıçınızı daha önce kurtarmıştıklarla olmaz.

Ali Deniz Kılıç ve Baran Nayır; Türkiye'de yaşayan politik iki öğrenci. SDP'ye, yani Sosyalist Demokrasi Partisi'ne üyeler. Bu öğrencilerin sosyalist olmaları, sosyalist legal bir partiye üye olmaları, DTP gibi yine yasal olan bir diğer partinin basın açıklamasına katılmaları, tutuklanmaları için yeterli oldu. Suçlamanın nedeni tehlikeli madde bulundurmak, ya da daha doğru ifade edelim, gözaltına alındıkları sokakta, molotof kokteyli bulunuyor. Eee, bu insanlar da bu civarda gözaltına alındıklarına göre, bu molotof kokteylerini getirenler, kesin bunlardır deniliyor. Molotof kokteyllerinin üzerinde parmak izlerinin olmadığı mahkemeye delil olarak suunuluyor. Ancak iki arkadaşımız, iki yoldaşımız serbest bırakılmıyor. Öğrenim hayatlarını gasp edilmeye, özgür yaşam haklarını gasp edilmeye devam ediliyor. Bunun nedeni de hala kuvvetli bir suç ihtimalinin bulunmasıymış. Ne, nasıl yani? Açıklayabilecek olan var mı?

O kadar depolitikleşmiş, o kadar apolitikleşmiş bir gençliğimiz var ki. Üniversiten mezun olup, tek bir bildiriye imza atmayan, tek bir örgüte üye olmamış, tek bir sefer sokağa çıkmamış insanlar var. Gerçekten insan mısınız? İnsan olmanın temel kaidelerinden biri, akıl ve vicdan sahibi olmaktır. Hadi kendini ilgilendiren bir durum yok, hayatında, yaşam koşullarından çok memnunsun, her şey senin için mükemmel, en azından bir başkasını rahatsız eden şey de mi seni rahatsız etmedi? Bir başkasına yapılan haksızlığı da mı göremedin? Ezenin olduğu yerde ezilenin yanında durmayanın müslümanlığından bahsedilebilir mi? Onu da geçtim, insanlığından bahsedilebilir mi? Ne zaman bu kadar akılsınız oldunuz, ne zaman bu kadar vicdansız oldunuz? Ne zaman ye kürküm ye demeye, ne zaman işkembelerinizi doldurmaya başladınız?

2 yorum:

  1. hayatınızda seks yapmayı dusunmedıgınız bırı hıc mı olmadı?

    YanıtlaSil
  2. oldu tabi ki, aksini düşündürten nedir?

    YanıtlaSil