9 Ocak 2012 Pazartesi

Yaşlıyım, Yaşlısın, Yaşlı

 Gerontokrasi Nedir?

Gençlerin ezilmişliğinden, ezilmesinden, bireyleşemiyor oluşundan ve yaşlı egemen bir dünyadan bahsedeceksek, işe gerontokrasiyi tanımlamakla başlamamız gerekir. Gerontokrasi kelimesinin Spartalılar'da bulunan ve 60 yaşının altındaki insanların kabul edilmediği "gerousia" meclislerinden geldiği söylenir. Kısa bir ifade biçimiyle, yaşlı olanın hükmettiği siyasi düzen olarak ifade edilebileceği gibi, sosyolojik olgu olarak da karşımıza çıkabilen bir kavamdır gerontokrasi.

Gerontokrasiyi sadece, her 45 yaşındakinin her 35 yaşındakine üstünlüğü olarak algılarsak, bugün dünyada bildiğimiz kadarıyla esamesinin kalmadığını iddia edebiliriz. Ancak gerontokrasi sadece bundan ibaret bir kavram değildir, öyleymiş gibi de davranılamaz. Gençler geleceğimizdir söylemi, başlı başına yaşlı egemen bir söylemdir. Gençleri şimdinin yaşamından, şimdinin karar alma mekanizmasından, şimdinin gerçekliğinden ve mücadelesinden koparır, geleceğe öteler. Gelecekte de bir gencin olacağı şey, yaşlılıktır. Yani bir genç, ancak yaşlılık halinde şimdiye hakim olabilir, şimdiye sahip olabilir. Gençken yapacağı tek şey, yaşlılığı beklemek olarak sunulur.

Günümüzde Yaşlı Egemenliği

Yaşlı egemenliğinin nasıl devam ediyor olduğuna dair bir kaç örnek verip, bu örneklerin üzerinden ilerlemekte fayda var. İlk olarak özgürlük ve eşitlik kavramlarını içselleştirmek mevzusunda en önde olmasını bekleyeceğimiz üniversiteleri ele alabiliriz. Akademik kariyer yapmak isteyen gençler, yaşlıların yanında bir nevi amelelik işine girmek zorunda bırakılırlar, bu işleri süresince de, kendinden yaşlı olana hiçbir şekilde saygısızlık yapmamaları gerekir, aksi halde yaşlı olan, elindeki gücü kullanarak, genç olanın akademik kariyer hayaline tek bir imzasıyla ket vurabilir. Bu durum diğer kurum ve kuruluşlarda da bu şekilde işler. Stajyer adı altında işe alınan genç insanlar bedenen yıpratıldığı gibi, ruhen de yıpratılırlar. Yaşlı egemen sistem, sadece okumuşların arasında kendisini göstermez. En basit zamanlarda, en basit durumlarda bile yaşlı egemenliğinin yaşandığını gözlemleyebiliriz. Yaşça büyük olanların ellerinin öpülmesi, biat etme kültüründen değildir de nedir? Birine biat etmek bile tartışılması gereken bir durumken, sadece yaşından dolayı birine biat etmenin mantıksızlığını göremiyor muyuz? Bir başka örnek verelim. Cenaze yemeklerinde, yemeğin dağıtılması işi gençlere bırakılır. 35-40 yaşlarındaki sapasağlam insanlar otururken, 20'li yaşlarındaki gençler arı gibi çalışır, sürekli ayaktadırlar. Bunun nedeni nedir? 20 yaşındaki bir insan, 40 yaşındaki sapasağlam insana neden hizmet eder? Bir tartışma esnasında, genç olandan daha az bildiğinin farkına varan yaşlının, sen daha bunları yaşamadın, sen gelirken biz dönüyorduk, çocuk sahibi ol da ondan sonra görelim, senin yaşın kadar ben bu işi yaptım gibi söylemler, nasıl oluyor da yaşlıyı haklı konumuna getiriveriyor? Gerontokrasinin hala bütün şiddetiyle varlığını sürdürdüğünü görmemiz için, yönetenlerin, egemenlerin yaş ortalamasına bakmamız yeterli. Daha fazlasına gerek yok.


Yaşlıları Anlamak, Yaşlılığın Getirdikleri ve Gençlik

"...Deney satarak geçinenleri bilirim. Hayatlarını sersemlik ve dalgınlık içerisinde geçirip durmuşlardır. Sabırsızlanıp evlenmişler, rasgele çocuk yapmışlar, öteki insanlarla kahvelerde, evlenme törenlerinde, cenazelerde karşılaşmışlardır. Ara sıra, kargaşaya kapılıp başlarına ne geldiğini anlamadan debelenip durmuşlardır. Çevrelerinde olup biten her şey, onların görüş alanının dışında başlamış ve sona ermiştir. Upuzun kara biçimler, uzaklardan gelen olaylar yanlarından geçip gitmiş, onlara bakmak istedikleri an, her şey çoktan sona ermiştir. Kırk yaşına gelince o minicik inatçılıklarını ve birkaç atasözünü deney diye adlandırmışlardır. Para atılınca bir şeyler veren makinelere dönmüşlerdir. Sol deliğe bir beşlik atınca, yaldızlı kağıda sarılı kıssalar; sağdakine bir beşlik atınca, dişlere yumuşacık karamelalar gibi yapışan değerli öğütler alırsınız..." diyor, Jean-Paul Sartre "Bulantı" isimli eserinde. Bir yaşlının deneyimlerini aktarma ihtiyacını ne kadar da güzel özetliyor. Belli bir yaştan sonra insanlarda, artık hayatın bir gün biteceği realitesi aklının bir köşesine yerleşir.Bu saatten sonra insanlarda hayatın boşa geçirilmemiş olduğuna kendisini ikna etme süreci başlar. Bunu da çevresindeki insanlara, ne kadar çok şey yaşadığını, ne kadar çok tecrübe edindiğini göstererek yapmaya çalışır.

Bilge Karasu; "Yaşlanmışsınızdır artık, artık yaşamınız sizin malınızdır" derken, tam olarak bunu kastetmiş olmalı. Belli bir yaşı geçtikten sonra, artık şunları yapacağım, bunları yapacağım gibi, amaçlar, hedefler, hayaller geride kalır. Yaşlandıktan sonra yapılabilecek tek şey, yaşanmış olanın, elde olanın, ulvileştirilmesi, bir pazarlamacı olarak bu malın, yani hayatın, allanıp pullanıp gençlere iyi bir fiyata pazarlanmasıdır. Bir insandan bunu yapmamasını istemek, hayatından vazgeçmesini istemekle neredeyse aynı anlamdadır.

Yaşlı egemenliğinin bu denli sorgulanmaz bir doğru olarak kabul edilmesinde iki temel argüman vardır. Yaşla doğru orantılı olarak artan tecrübe ve bilgi birikimi. Bu argümanların eleştirisini yapmadan önce, bilgi birikimi ve tecrübe kavramlarından ne anladığımızı, ne anlamamız gerektiğini açıklamak gerekir. Aldous Huxley tecrübeyi; "Tecrübe insanın başına gelen şey değildir, o, insanın o başına gelenle ne yaptığıdır." diyerek tanımlar. Yani tecrübe, insanın başına gelen olaylardan ziyade, bu olaylardan ne kazandığı, ne aldığı, nasıl sonuçlar çıkardığı meselesidir. Bu sebepten dolayı, önemli olan, bir insanın gençliği ya da yaşlılığından ziyade, nasıl bir genç ve nasıl bir yaşlı olduğu olmalıdır. Bilgi birikimi içinse; yaşam boyunca elde edilmiş, toplanmış ve hala sahip olunan bilgilerin tümü diyebiliriz. Yaşam boyunca toplandığına göre, yaşlı olanın daha fazla bilgi sahibi olabileceği, bu durumda da, yaşlı olanın bilgi birikiminin daha üst seviyede olması gerektiği gibi bir retorik geliştirilmiştir. Ancak günümüzde bilginin değişim hızı, bilginin birikimselliğine karşı bir hareket içerisindedir. Bundan elli sene önce edindiğiniz bilgilerin bugüne faydası, oldukça azalmış bir durumda olduğu gibi, çoğu zamanda günümüz koşullarında negatif bir etki yaratmaktadır. Önemli olan bilgiyi muhafaza etmekten ziyade, yenilikleri takip edebilme kabiliyeti haline gelmiştir. İnsanların yaşlandıkça muhafazakarlaşması herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu sebepten dolayı da, gençlerin yenilikleri daha çabuk kabullenebilir oluşu, günümüzün dünyasında başarılı olmak için gençleri, yaşlıların önüne geçirmektedir.

Mustafa Kemal'den Hitler'e; Napolyon'dan Büyük İskender'e bir çok komutan, başkan, nispeten genç denilebilecek yaşlarda başarıyı yakalamışlardır. Newton 23 yaşında kütle çekim yasasını, Einstein 27 yaşında genel görelilik kuramını ortaya atmıştır. Schopenhauer en önemli eseri olan "İstenç ve Tasarım Olarak Dünya"sını 31 yaşındayken ortaya çıkardı. Nietzsche en önemli eserlerini otuzlarındayken yazmıştı. Marx Komünist Manifesto'yu hazırladığında daha yeni otuzuna giriyordu. Küba'da devrim olduğunda Che Guevera 31, Fidel Castro 33 yaşındaydı. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldığında 21 yaşındaydı. Örnekleri yüzlere, binlere çıkartmak mümkün. Bunların hepsi, yönetimsel olarak da, bilimsel olarak da, toplumsal normlar anlamında da yaşlının genç olana bir üstünlüğü bulunmadığının göstergesidir. Bir insanın sadece yaşlı olmasından dolayı, bir insana hükmetmesi, sadece yaşlı olduğu için, genç olanın bireyleşmesine ket vurması, kendi kararlarını kendinin verebileceğini kabul etmemesi, genç olanın ancak yaşlılıkla beraber karar mekanizmasında bulunabileceğini iddia etmesi, kabul edilebilir olmamakla birlikte, yaşlılar açısından mantıklı bir tavırdır. Önemli olan, bu tavır karşısında bizlerin, yani gençliğin, nasıl bir karşı tavır sergileyeceğidir. Yaşlılara hürmet etmeye devam mı edeceğiz, yoksa hakkımız olan saygıyı görmek için mücadele mi edeceğiz? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder