3 Ağustos 2011 Çarşamba

SEV(İL)MEK

Sevmek mi sevilmek mi üzerine yazsam, yazsam mı yazmasam mı derken, karalamaya karar verdim. İşe aklımı karalayarak başlamakta fayda var. Yetersizakıllılar familyasından, hiçbirşeyitamolarakkavrayamayanlar sınıfına  dahilim. Bir kaç şey bilirim, bildiğimi zannederim, bununla böbürlenir, hava atmaya, hatun kaldırmaya çalışırım. Kaldırıp ne mi yapacam, spor işte. Malum sağlıklı akıl sağlıklı bedende bulunurmuş. Kim salladıysa bunu da. Alakaya gel. Böyle bir kafadır işte benimkisi, gördüğünü, okuduğunu, duyduğunu iyi analiz ettiğini zanneder, kimsenin onu anlayamayacağı kadar iyi olduğuna inanır, başarısızlığına kılıfı hemencecik orada dikiverir. Terzilik usta olduğu bir kaç zanaattan biridir.

Şimdi böylesine ne idüğü belirsiz bir kafanın sev(il)mek hakkında neler diyebileceğine bir bakalım. O da umrumuzdaysa tabi. Benim umrumda değil, çaktırmayın. Sevmenin nedensizliğine inanırdım hep. Ne yani birini zeki olduğu için mi sevecem, ya daha zekisiyle yakınlaşırsam? o zaman ne olacak, bu sefer daha zeki olanını mı sevecem. Güzel olduğu için biri sevilir mi peki? Basbaya sevilir, baksana, güzel kadınların hepsi birileriyle sevgili. Hoş, o birileriyle bu birileri sikişmiyor olsaydı, kaçı hala sevgili olmaya devam ediyor olurdu, orası dar bakışlı akıllar için bir muamma. Peki benim için muamma mı? E tabi ki, dar akıllıyım ne de olsa. Dar kıçlıları da severim bu arada, öyle olduğunu düşünen varsa, özel mesajdan bana ulaşsın. Peki güzeli sevdikten sonra daha güzeliyle karşılaşırsak ne olacak? Biri sekste iyi olduğu için sevilebilir pek tabi olarak, sekste daha iyi birini bulmak için sevdiğini aldatacak değilsindir. Ama her sikişte bir aldatış değildir. Daha iyisiyle karşılaşma ihtimali her zaman vardır. O yüzden derdim kendi kendime, gerçek sevgi nedensiz olanıdır. Düşünür, düşünür, düşünür neden sevdiğine bir neden bulamazsın. Al işte odur sevgi, sıkı tut, hiç bırakma. Her ne kadar o sevgi de zamanla siki tut, sakın bırakmaya dönüşse de, ilk başta masumane gelirdi bana. Bu yüzden ilk önce, insanın sürekli başkalarını sevmesi gerektiğini düşünmeye başladım. Yani sevgi bir insana bağlı kalmak demek olmamalıydı, önce birini sevmeliydin, nedensizce; iyi, kötü, çirkin, güzel, zengin, zeki, fakir, aptal, gerizekalı, faşist, komünist ayırmadan. Ama sonra, günler geçtikçe sevginin nedenselleştiğini farketmeye başladığında, yani artık, ya ne kadar iyi bir insana dönüşmeye başladığında olay, bırakıp gitmek lazım dedim. İşte o zaman sevgine bir değer biçmeye başladın demektir, işte o zaman gün gelecek, ya ne kadar da iyi bir insan diyeceğin bir başkası çıkacak demektir. Uzatıpta karşılıklı üzülmenin manası yok. Her şey güzelken ayrılıvereceksin derdim.

Zaman geçtikçe buna karşı olan inancımı da kaybettim. Sevmek ne demekti ki? Ne anlama geliyordu? Sevmek, senin bir insandan bir şey beklemene sebep oluyor muydu? Beraber olmak istiyor muydun mesela, onu görmek istiyor muydun, gözlerine bakmak, elini tutmak, dudaklarına dudaklarının değmesi, terlerinizin karışması, bacak arasına uzanan dilin. Bunları bekliyor muydun severken. O zaman sevmenin neresi yüce bir duyguydu ki? Seni seviyorsam bundan sanane diyemedikten sonra, sevmenin ne tarafı iyi olabilirdi? Derken aklıma dünyanın boktanlığı geldi. Evet, kendimi yüce bir insan olarak görüyorum, götüm kalkık, burnum büyük, yerindibinebatasıca bir herifim. Alkolden, kitaplardan, filmlerden, seksten zevk alıyorum. Belki de belli mi olur günün birinde buna "mutluluk" bile diyebilirim. Ancak dünya çok boktan be. Hele bir de ölümden sonra hayat yok diyorlar ya, ulen ne bok yemeye yaşıyoruz ki o zaman bu boktan dünyada diye düşünmeye başladım. E, seviyoruz abi işte. Kadınları, erkekleri, sikişmeyi, içmeyi, okumayı, muhabbeti, bugs bunnyi, parayı, aşağılamayı, aşağılanmayı... Seviyoruz da seviyoruz. Demek ki yaşamak için sevmek lazım. Onu, bunu ya da şunu. Farketmez, sıçtığınız boku da sevseniz, sümkürdüğünüz boku da sevseniz, birilerinin suratına işemekten de hoşlansanız, bir şeyleri sevmek zorundasınız. Yoksa yaşanır mı, yaşanmaz, yaşanmıyor da zaten. Yani o halde sevmek nedir, var olanın var olmaya devam edebilmesi için yok olanın varmış gibi zannedilmesi değilde nedir? Sevmek diye bir şey yok kızım, harbiden yok, cidden yok. Sen varsın, ben varım, ama sevmek yok. Olsaydı emin olun ticareti yapılmaya başlanırdı, bakkaldan birazcık sevgi alabilirdik mesela, kredi kartı limitlerimize sevgi puanları eklenirdi, yemek fişi değil, sevgi fişi veririlerdi iş yerlerinde .Şimdi diyeceksiniz ki, sevgi hiçbir şeyle satın alınamaz. Birazcık düşünmekte fayda var, bir şeyi sevip, isteyip onu satın alamayacağın ne var bu dünyada? Satın alma işi olarak sadece parayı görmeyelim, aklımız bu kadar sığ sularda gezmesin, karaya oturur mazallah.

Evet güzel kardeşim, sevmek senin için sevmek sadece. Sevmekten kastımız, bir şeyi elde etme dürtüsü, ihtiyacı. Elde edilen sevilmez güzel kardeşim, sevilen de elde edilmediği sürece sevilmiş sayılmaz. Bu durumda sevmekten bahsedilemez güzel kardeşim. Sevmek, hayatımız için uydurduğumuz bir değer. Ya da eğer ki tanrı varsa, ki ben var diyorum, gittin de gördün mü pezevenk, yoo görmedim, dogmatik kafana sıçayim, buyrun sıçın, sevmek hayatımızın devamlılığı için varlığımıza inanmamız gereken bir soyut kavram olarak yok edilmiş. İnsanları oyalaması istenmiş, çocuğun önüne konulan oyuncak misali, ite atılan kemik misali, kediye verilen yumak misali.

Eeee peki Can kardeşim, sonuna kadar okuduk okuduk okuduk da sen bize ne anlatmaya çalışıyon diyen mi var? Ben bir şey anlatmaya çalışmam, konuşurum, yazarım o kadar. Bir şeyler anlayan, bir şeyler anlamıştır, anlamayan anlamamıştır. Anlayanla anlamayan arasındaki tek fark, zeki olduğunu zannedenle zeki olduğunu zannetmeyen arasındaki farktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder