1 Ağustos 2011 Pazartesi

2002'DEN 2010'A AKP'NİN EKONOMİ POLİTİKASINA KISA BİR BAKIŞ

Öncelikle ekonomist olmadığımı söyleyerek başlamamda fayda var. Yazı sadece, benim düşündüğüm ekonomik gelişim biçimiyle, AKP'nin uyguladığı, uyguladığını söylediği ve bunda da başarı sağladığını iddia ettiği ekonomik gelişim biçiminin çatıştığı noktaları gösterecek. Bunun için devletin sayısal istatistiklerine, bazı kurumların verilerine, somut örneklere başvurup, neden AKP'nin ekonomi politakalarına karşı olduğumu açıklamaya çalışacam. Naçizane bir üniversite öğrencisinin, naçizane düşünceleridir efendim. Abartmayınız.

Bu noktada kısaca AKP tarihçesine değinmekte fayda var. 14 Ağustos 2001 yılında Fazilet'ten kopanlar, Doğru Yol ve Anavatan çizgisindeki bazı isimlerle desteklenerek, AKP'yi kurdular. 2002, 2007 ve 2011 genel seçimlerini sırasıyla %34, %46 ve %49' la kazanan AKP, 2004 ve 2009 yerel seçimlerini de sırasıyla; %41 ve %38'le kazandı. Bu oy oranlarını vermemde ki temel nokta, halkın AKP'ye olan güvenini göstermek ve AKP'nin her türlü ekonomik atılımı yapmak için elinde bulundurduğu güce dikkat çekmek. Yani bu oy oranlarından sonra AKP'nin bana gereken ortam sağlanmadı, halk arkamda yeterince durmadı gibi söylemlerle kendisini kurtarmaya çalışmasının imkanı yok.

Peki gelişen bir ekonomiden bahsetmek için nelere dikkat etmek lazım? Dış ticaret açığı, iç ve dış borçlanma, tüketicinin geliri ve borçlanmasındaki artışlar, işsizlik oranı gibi rakamlara bakmakta fayda var.

İŞSİZLİK ORANLARI

2002 yılında %10,6 ve 2001 yılında %8,5 olan işsizlik oranları 2007'de %10,3, 2008'de %11, 2009'da %14 ve 2010'da %12 olarak açıklandı.Genç nüfusun işsizliği ise %25 seviyesine çıkmış durumda. AKP hükümetinin kriz döneminde bile %10,6 ya çıkmış işsizliğe 8 yılda her hangi bir çözüm üretemediği, işsizlik oranlarını küçültmeyi başaramadığı açıkça gözüküyor. Zaten kapitalizmin, liberal ekonominin işsizliği tamamen bitirmeyeceğini biliyoruz. Buna rağmen Türkiye'de var olan işsizlik oranı oldukça fazladır. OECD ülkelerinin işsizlik oranının %5,5 lar seviyesinde seyrettiğini düşünecek olursak, bunda yanılma payımın olmadığını göreceksiniz. 

DIŞ TİCARET AÇIĞI

Dış ticaret açığındaki temel nokta, ithilat ve ihracat arasındaki dengedir. Peki AKP hükümeti zamanında bu denge nasıl bir değişim geçirmiş. Kısaca göz gezdirmekte fayda var. 2002 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı, %69,9 iken, 2010 yılında %61,4'tü. 8 yıl içerisinde bu oran kimi zaman 2002 yılındaki durumdan birazcık daha iyi bir hale gelse de, genel olarak bir iyileşme kaydedilemedi. Bununla birlikte cari açık meselesine de herhangi bir çözüm bulunamadı. Cari açığın tek başına kapatılması da ekonominin gelişimi için yeterli bir durum değil tabi ki. Önemli olan ekonomik hacim küçülmeden, cari açığın kapatılabilmesi. Bu da bugüne kadar başarılabilmiş bir durum değil. 


GSYH-SGP-(SGP-KBMG) MEVZUSU

Öncelikle kısa bir biçimde bu kısaltmaları tanımlayalım. GSYH, gayri safi yurtiçi hasılanın kısaltmasıdır. Yani, bir ülkenin sınırları içerisinde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin parasal olarak değerinin toplamıdır. Bunun yanında SGPnin açılımı; satınalma gücü paritesidir. Bu da bir coğrafyadaki 1 doların karşılığının ne olduğunu belirleyen sistemi tanımlar. SGP-KBMG ise satınalma gücü paritesine göre kişi başına düşen milli geliri ifade eder. Şimdi bu istatistiklere göz gezdirelim; 1998 yılında 70.203 milyon tl olan GSYH 2002 yılında 350.476 milyon tl'na, 2008 yılında ise 950.098 milyon tl'na çıkmış. Aynı dönemde SGP-KBMG 1998'de 8.573 dolarken, 2002'de 8.667 dolar, 2008'de ise 14.041 dolar olmuş. Bu yükselme AKP hükümeti ve destekçileri tarafından sürekli olarak halkın refah seviyesinin yükseltilmesi olarak gösteriliyor. Peki gerçekten böyle mi? Yoksulluk sınırında yaşayan insanların sayısına bakmakta fayda var. Madem SGP-KBMG 2002 yılında 8.667 dolarken, 2008'de 14.041 dolar çıkmış, o zaman yoksulluk sınırında yaşayan insan sayısında da gözle görülür bir azalma olmuş olması gerekir diye düşünebiliriz. Peki bu azalma yaşanmış mı? 2002 yılında krizin ardından en yüksek yoksulluk sayısına ulaşılmış. 18 milyon 441 bin kişi yoksulluk seviyesinin altında yaşıyormuş. Bu sayı 2006 yılında 12 milyon 900 bin seviyesine yani kriz öncesi var olan sayıya gerilemiş. Bir nevi geçici yoksulluk durumu. Bu yıldan sonra 2010 yılına kadar bu sayıda bir azalma görmüyoruz. Her yıl SGP-KBMG yükselmeye deam ediyor eğiliminde olsa da, yoksul sayısındaki azalmanın durmuş olması, gelirin yoksul tarafından değil, zaten parası olan tarafından sağlandığını ortaya çıkıyor. Yani zengin daha çok zenginleşirken, fakir fakir kalmaya devam ediyor. Tabi ki bu istatistiklerin, TÜİK tarafından verildiğini unutmamak lazım. Sendikaların oluşturduğu kriterlerle göre yapılan değerlendirmelerde durum çok daha vahim.

DIŞ-İÇ BORÇLANMA VE VATANDAŞIN BORCU
 
Her ne kadar Türkiye'nin IMF'ye olan borcu 25 milyar dolar seviyesinden 5 milyar dolar seviyesine inmiş olsa da, toplam dış borcu; 120 milyar dolar seviyesinden 300 milyar dolara çıkmış durumda. İç borçlanma da iki buçuk kat artmış durumda. Yine de ülke borç stoğunun GSYH'ye oranı 2002 yılına göre %69'dan %43'e inmiş durumda. Bunun yanı sıra son yedi yılda hanehalkının toplam varlığı iki katına çıkarken, borcu 22 kat arttı. Şu an halkın borcunun toplam varlığına oranı %35 seviyesine çıkmış durumda. 2003 yılında bu oran sadece %5'ti. Dış ve iç borçların GSYH oranına göre düşmesi bir başarı olarak gözükse de, özelleştirmelerin bundaki etkisini de görmek lazım.  AKP Hükümeti, 8 yılda 57 kuruluşta bulunan kamu hisseleri ve 51 işletmede hisse/varlık satış/devir yoluyla özelleştirme gerçekleştirdi. Özelleştirme uygulamaları kapsamında toplam 31 milyar 603 milyon 630 bin 785 ABD Doları tahsil edildi. Özelleştirilen yerlerin şu an ki değerlerini hesaplamaya kalksak 31 milyar dolarlık bu meblanın ne kadar komik bir rakamı ifade edeceğini görebiliriz. En basitinden TÜPRAŞ önce 1,3 milyar dolara satılmış, PETROL-İŞ sendikasının itirazıyla satış iptal edilmiş, sadece bir yıl sonrasında yapılan ikinci ihalede satış 4,14 milyar dolara gerçekleştirilmiştir. PETROL-İŞ sendikasının çabalarıyla ülkeye en azından 3 milyar dolarlık bir katkı sağlanmıştır. TÜPRAŞ bu satıştan sonra yıllık 740 milyon net kar sağlayan bir şirket haline gelmiştir. Ülkenin kaybettiği bir değer daha. 


Ekonomide iyi gelişmeler de var tabi ki, enflasyonun azalmış olması, eğitime ayrılan payın %6'dan %9'a yükseltilmesi. sağlığa ayrılan payın %4'ten %5,5 seviyelerine çıkması gibi. Ancak genel olarak bir ekonomik iyileşmeden söz edilemez. Türkiye'de milyoner sayısının arttığı doğrudur, sermaya sahiplerinin zenginleştiği de doğrudur. Ekonomide görülen iyileşme de bunun iyileşmesinden ibarettir. Mazlum halkımın, ezilen halkımın hayatında değişen hiç bir şey yoktur. Memurun, işçinin, öğrencinin, çiftçinin hayatında gelişen, değişen bir şey yoktur.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder